Şapkadan Sinema Çıkartan Bir İllüzyonist: Georges Mêliês

Şapkadan Sinema Çıkartan Bir İllüzyonist: Georges Mêliês

Tarihler 28 Aralık 1895’i gösterdiğinde, Auguste ve Louis adındaki Lumiêre Kardeşler, Paris’in Capucines Bulvarı’ndaki Grand Cafe’nin salonunda o güne kadar görülmemiş bir olaya imza attılar: Bir frank karşılığında salona giren 35 şanslı kişi, ışıklar kapandığında kendilerine doğru gelmekte olan bir tren ile karşılaştı. Dünyadaki ilk sinema gösterimini izlediklerinden bihaber olan onca kişi, olası bir tren kazasından korkarak salonu terk etti. Bu trajikomik olaya rağmen yaklaşık 10 kısa metrajlı filmle devam eden gösteride, verdikleri paranın hakkını almak için salonda kalan az sayıdaki izleyicinin arasında bugün sinemanın babası olarak da bilinen bir isim de vardı: Georges Mêliês.

1861 yılında, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mêliês, ayakkabıcılık yapan babasının yanında yetişmiş, 1884’de gittiği Londra’da illüzyonizme ilgi duyarak kısa zamanda bu işe gönül vermişti. Yaklaşık iki yıl sonra, daha yirmi yaşındayken hem karikatürist, hem tiyatro yapımcısı, hem oyuncu, hem de profesyonel bir illüzyonist oldu. Paris’e geri döndüğünde ailesinin baskısıyla baba mesleği olan ayakkabıcılıkla uğraşan Mêliês, boş zamanlarında Londra’da öğrendiği sihirbazlık numaraları ile küçük çapta bir kitle edindi. Dönemin en önemli sihirbazlarından birisi olan Houdin’in Paris’teki tiyatrosunu 1888’de satın alarak, gösterilerine bu tiyatroda devam etti.

Lumiêre Kardeşler’in meşhur bir tepkimeyle son bulan ilk gösterimlerini izledikten sonra Cinêmatographe aygıtına büyük bir ilgi duyan Mêliês, hayal gücünün sınırlarını zorlayarak bu büyüleyici olayın arkasından koşmaya karar verdi. Aygıtı Bioscope edindi ve sinema salonu haline getirdiği tiyatrosunda gösterimler düzenlemeye başladı. Daha sonra Fransa’da ilk film stüdyosunu da kuran Mêliês, o tarihten itibaren hem kendi hayatını değiştirdi hem de tüm insanlığa yıllar sonra bile unutulmayacak bir hediye bıraktı.

Bu dönem içerisinde Lumiêre Kardeşler başta olmak üzere Georges Mêliês’i diğer yönetmenlerden ayıran en büyük özellik, filmlerinin bir hikâye anlatıyor olmasıydı. Bunun yanı sıra, kendi hazırladığı dekor, kostüm ve aksesuarlar film lerinin vazgeçilmez bir parçası olmuştu. Fakat sinemayla ilk tanıştığı yıllarda o da herkes gibi sokağa inip gördüğü her şeyi kayıt altına alıyordu. Ancak 1896 yılının sonbaharında kendisi için dönüm noktası sayılabilecek bir rastlantı meydana geldi. Bu rastlantı sonucunda kameranın kendine özgü olanaklarını keşfeden Mêliês, kendisinin de uzman olduğu illüzyon numaralarını filmlerinde kullanmaya başladı. Mêliês’e kamera yoluyla elde edilebilecek hilelerin kullanımına fırsat veren rastlantı ise şöyle gelişti; Paris’in Opera Meydanı’nda çekim yaptığı bir gün kamerası arızalanan Mêliês, kamerasını yeniden çalıştırıncaya dek, kamera önündeki akış devam etmişti. Daha sonra çektiği filmi izlediğinde bir kadının erkeğe, bir otobüsün ise cenaze arabasına dönüştüğünü gördü. Kısacası kameranın arızalanarak durması ile ilk çekilen görüntülerin devamına kameranın yeniden çalışması ile başka görüntü ve yüzler eklenmiş oldu. Böylece Mêliês, konulu filmlere geçiş sağlamış ve bu filmlerinde hızlandırılmış ve yavaşlatılmış hareket, görüntü bindirme, maskeleme, erime, karartma, hareketsiz görüntü, çoklu çevrim gibi sinema hilelerini keşfetmiş oldu. Bulduğu ilk teknik olan stop trick yöntemi ile 1896 yılında Robert Houdin’de gerçekleştirdiği ilk filmlerinden Escamotage d’une dame chez Robert Houdin ile bir kadının hızla ortadan kayboluşunu filme çekti.

Zaman kaybetmeden Star Film Company adındaki Avrupa’nın ilk film stüdyosunu kuran Mêliês, bu çatı altında yüzlerce film çekti. Çektiği öykülü filmlerin hem kendi hem de diğer ülkelerde büyük ilgi görmesi üzerine, New York başta olmak üzere Londra, Barcelona ve Berlin gibi şehirlerde açtığı dağıtım bürolarıyla Lumière Kardeşler’i bile saf dışı bıraktı. Yirminci yüzyılın başlarında sinema alanında hızla zirveye tırmanan Mêliês, yapay olarak düzenlenmiş sahnelerden oluşan ilk önemli filmi olan Kül Kedisi’ni (Cendrillon, 1900) gerçekleştirdi. Bu filminde bir masalı sinemaya uyarlayarak izleyicisine aktaran Mêliês, sinemada öykü anlatımın yanı sıra sahnelerin birbirine uyumlu sıralanışıyla belirli bir mantık çizgisinde ilerleyen yaratıcı bir kurgunun örneğini sunan ilk yönetmen oldu.

Fakat Mêliês’in kariyeri boyunca ortaya koyduğu öyle bir film vardı ki, takvimler 1902 yılının sonbaharını gösterdiğinde bu tarih, dünya sinemasının ilk bilimkurgu filminin yapılışı olarak kayıtlara geçti. Toplamda otuz tablodan oluşan ve dönemin filmlerinin yaklaşık üç katı uzunlukta olan Ay’a Seyahat (Le Voyage dans la lune, 1902) ile Mêliês, Neil Armstrong’dan 67 yıl önce Ay’a ayak basmış oldu. Jules Verne’in romanından yola çıkarak uyarlanan film kısaca bir grup gökbilimcinin bir kapsül ile Ay’a gitmesini ve burada başlarından geçen birtakım olayları konu alıyordu. Yaklaşık on üç dakika uzunluğunda olan Ay’a Seyahat, senaryoya dayalı ilk film olma özelliğinin yanı sıra özel efektlerin ve zaman kavramının da kullanıldığı ilk film oldu.

Kurduğu stüdyosunda filmlerinin her aşamasıyla kendisi ilgilenen Mêliês, filmlerinin ticari ilişkilerini de kendisi yürütüyordu. Fakat zaman içerisinde işler onun için kötüye gitmeye başladı. Çektiği filmler korsan şirketler tarafından çoğaltılıp satılıyor bunun sonucunda Amerikan pazarından kendine düşen payı tam olarak alamıyordu. 1907 yılından sonra sinemayı bir endüstri haline getiren Pathê ve Gaumont şirketleri karşısında ciddi bir maddi bunalıma giren Mêliês, New York şubesinin de soyulmasıyla artık büyük sanayicilerle boy ölçüşemiyor ve izleyicisini yeni filmsel anlatım teknikleri geliştiren sinemacılara kaptırıyordu. Dönemin sinema anlayışında değişen konu ve teknikler artık onun da kendine özgü tarzından uzaklaşmasına neden oldu. Tüm mal varlığını borçlanarak elde ettiği paralarla 1914 yılına dek film yapmaya devam eden Mêliês, beklediği ilgiyi son filmlerinde de göremedi. İlerleyen zamanlarda Star Film’in dağıtım haklarını Pathê şirketine devretmek zorunda kaldı. Tüm şubelerini teker teker kapatmak zorunda kaldığında, yaklaşık iki yüz filmi de ayakkabı imalatında kullanılmak üzere hammaddeye dönüştürülüyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile iflas eden Mêliês, artık işsiz ve parasızdı. Sinema ile olan bağı artık tamamen kopan Mêliês, 1923’e dek tiyatrolarda komedyenlik yaptı. Daha sonraları oyuncu arkadaşlarının desteği ile Montparnasse İstasyonu’nda bir büfe açarak geçimini buradan sağlamaya çalıştı. 1933’de artık iyice yaşlanan Mêliês, kalan hayatını bir bakım evinde sürdürdü. 1938 yılında hayata gözlerini yumduğunda ise cenaze masrafları Fransız ve İngiliz film yapımcıları tarafından karşılandı.

Kamerasını gerçek anlamda bir kaleme dönüştürerek öykülerini diyalog ve açıklamalara ihtiyaç duymaksızın iletebilen Mêliês, küçücük stüdyosunda dekordan makyaja, çekimden kurguya filmlerinin her aşamasına bizzat dahil olmasıyla, özgün plan çekimlerinin yanı sıra geliştirdiği birden fazla kurgu tekniğiyle, sinemanın bir anlatım aracı olmasında önemli pay sahibi olmuştur. Günümüzde yaklaşık yüze yakın filmi ile hâlâ aramızda olan Georges Mêliês, sinemaya olan tutkusuyla gerçekleştirdiği eserler ile kendinden sonra yazılan ve yazılmaya da devam eden sinema tarihine önemli izler bırakmıştır.

Bu içeriğe emoji ile tepki ver
3 kullanıcı tepki verdi
Bunlar da ilginizi çekebilir
Benzer yazıları okuyabilirsiniz.
 
Türk Sinemasında İlklerin Kadını: Cahide Sonku
  • MAYIS 12, 2020
  • 1715 görüntülenme
 
Cep Herkülü Beyazperdeye Geliyor
  • NİSAN 11, 2019
  • 1341 görüntülenme
0 Yorum
Yorumları okuyabilir ve cevaplayabilirsiniz.

Yorum Yazın
E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlendi.