Yapboz

Kübra KAYAN
Yapboz

Tramvaydan indiğinde, şehrin ne kadar kalabalık olduğunu en iyi anlayacağı yerde bulunduğunu düşündü. Boynunda asılı fotoğraf makinesiyle bugün şehrin insanlarına, tarihine, yer yer doğasına dair fotoğraflar çekme isteğiyle çıkmıştı yola. Belli ki, daha çok şehrin insanları bir fotoğrafla sonsuzluğa karışacak, ölümsüzlüğün bir parçası olacaktı. Her kare özünde hikâyesiyle doğacak, görebilenlere çok şey anlatacaktı. Gün sonunda anahtarı deklanşör olan küçük bir kutu hazineyle eve dönmenin gururunu yeryüzündeki hiçbir hazza değişmezdi. Vardığında ilk işi, iyi bir iş çıkardığını kendisine bir defa daha hatırlatmak istercesine baştan sona kadar mahsullerini incelemek oldu. Baştan dördüncü sıradaki fotoğrafa geldiğinde bir tılsım onu adeta etkisi altına almıştı. Gördüğü yalnızca bir kare değildi. Derin bir öğretisi olan uzun metrajlı bir filmin bin bir karesini andırıyordu. Fotoğrafı çeken kendisi değilmiş gibi ayrıntıları yeni fark ediyor, detayların esrârıyla başı dönüyordu. Duraktaki asıl kalabalıktan ayrı küçük bir kalabalık daha bulunuyor. Diğerlerinden ayrı bir grup insan öyle dikkat çekiyor ki… Hayatın içinden, diğerleri gibi her biri. Fakat dünyaya alışamamışlar yahut başka bir dünyanın özlemini çekiyorlar.

İçlerinden biri, daha yeni uzun yoldan gelmiş; yorgun gözleri ve yaslanma dürtüsüyle iki büklüm olan bitkin vücudu anlatıyor. Keskin, siyahla çevrili bakışları doğudan esintileri de beraberinde getiriyor. Ötelerden gelen içli türkülerin kaynağını hatırlatıyor, dalıp gittiği uzaklar. Çektiği yarım günlük yolun neticesinde yeni bir şehir değil, başka bir dünya bulmuş insanın garipliğini taşıyor ürkek bakışlarında.

Bir diğeri, astları tarafından kendisine katılması gereken toplantılar, yapılması gereken işler hatırlatılacak. Stres ve tempo dolu bir gün daha o ne olduğunu anlamadan bitecekti. İtibârına rağmen ceketini çıkartmış, kravatını gevşetmiş bekliyor. Yakından bakıldığında gömlek kollarındaki çift ütü izleri fark ediliyor. Dış dünyadaki gözlerin kınamaları değil umurunda olan. Derinlerinden gelen “herkes”in bir parçası olabilme arzusunu da her gün bu durakta bekletiyor ve sürekli erteliyor oluşu. Cin lambadan çıksa ve sorsa bir gün ona, yüzlerce insandan sorumlu olmanın yüküyle çöken omuzlarından af dileyerek, kalan ömründe birilerinin mesuliyelitini taşımaktan muaf olmayı dilerdi. Ve yine bir gün kimseye zararı dokunmadan, idare ettiği bu dünyadan elini eteğini çekip göz bebeklerini titretecek güzel günlerini beklettiği duraktan almayı bilecekti.

Sarı çizgiye en yakın olan, sağ ayağının taban kenarını soldakine vurarak ritm tutuyor. Belki de içinden en sevdiği şarkıyı mırıldanarak birkaç dakikalık bekleyişe anlam katıyor, sevilenin dâhil olduğu her vakte eklenen güzellikle, ânı değerini bularak yüceliyor. Kucağındaki orta boylu, kalın kitapları -roman olsa gerek- içten kucaklıyor: “Bu kitapları keşke daha erken yaşta keşfedebilseymişim,” diyemeyeceği kadar genç bir yaşta olduğu için yüreği rahatlıyor. Yine de varlığına değer katacak, bir cümlesinde kendini bulacağı nice kitapla henüz tanış olmayışının yarı buruk yarı meraklı bekleyişiyle gözleri parlıyor.

En ayrık duran, iri cüssesi, kalabalıklar içinde hemen göze çarpan uzun boyu ve geniş omuzlarıyla biri daha beklemekte. Beyaz kenarlıklı küçük bir kafese salıncak da koydurmuş. Boş bir kafes mi diye düşünülürken en uçta, minicik, alacalı bir kanarya olduğu fark ediliyor. Vücut yapısının çağrıştırdığı korkusuzluğa karşın kafesin içindekine yönelttiği şefkat ve kaybetme korkusuyla dolu bakışlarıyla zaafını açık ediyor. Kuşuna şifa olacak ellerin peşinden düşmüş yola. Zarif yüreğiyle onda olanın, ona bağışlanmasını diliyor.

İnsanoğlunun acziyeti ve yüceliği aynı anda yaşıyor oluşu ne gariptir. Ne gariptir ki, küçük bir fotoğraf karesindeki iki insanın yerlerinin değiştirilmesi, dünyayı müthiş bir kelebek etkisiyle darmaduman edebilir.

Dalıp gittiği uzaklardan kendini alarak, bu fotoğraf karesinin ne zamandır zihnini meşgul eden konulara açıklık getirmesi için kendisine gönderildiğini düşündü. Her zaman iki kutuplu bir dünyanın varlığına inanmıştı: İyi insanlar ve kötü insanlar. Bugünse, onun iç dünyasında karşılığını bulamasa da dış dünyadaki varlığıyla yeryüzünü kötü bir yer yapmayanları neden arafta bıraktığını sorguladı. Arafta bırakılanlar için adaleti gerçekleştirme vaktiydi. Emin olduğu şey, bütünün parçaya ihtiyacı olduğuydu, bu kareden kimi çıkarsak eksik kalırdı bir yanı.

Kötü insanlar olmadığında dünya daha güzel bir yerdi. Siyah beyaz bir dünyaya yeğ olansa bin bir rengimizle âhengi yakalıyor olduğumuz, yaşadığımız dünyaydı.
Şimdi şehrin insanları sonsuzluğa karışıyordu.

Bu içeriğe emoji ile tepki ver
0 kullanıcı tepki verdi
Bunlar da ilginizi çekebilir
Benzer yazıları okuyabilirsiniz.
 
Hikâyenin Başa Sarmasıdır
  • ARALIK 17, 2020
  • 832 görüntülenme
 
Gayya Kuyusunda Aşk
  • AĞUSTOS 23, 2020
  • 1205 görüntülenme
0 Yorum
Yorumları okuyabilir ve cevaplayabilirsiniz.

Yorum Yazın
E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlendi.