Uğrak
- MART 22, 2019
- 0
- 6

Sigarasını tüttürerek ilerlediği caddede arkadan gelen kalabalığı boğarak ilerliyordu. Yol üzerindeki markete uğrayıp midesine iyi geleceğini bildiği gazozlardan iki tane alarak yoluna devam etti. Dostu Şefik bugün yarın onu ziyarete gelecekti. Gidip üstüne başına, fakirhânesine biraz çekidüzen verse iyi olurdu. İçtikleri su, yedikleri aş bir olan iki çocuktu onlar. Şefik’le başlayan bir cümlenin sonu muhakkak Ali’yle biterdi. Keza Ali’yle başlayanlar da Şefik’le. Birlikte en sevdikleri işi yapar, top koştururlardı. Hele ki, iki felâket aynı takıma düşmüşlerse mahallenin diğer çocukları mağlûp olmayı baştan göze almışlar demekti. İkisi konuşmadan da anlaşabilme kâbiliyetleri sayesinde stratejilerini sessiz ve soğuk hareketlerle gerçekleştirir, rakiplerini açık ara farkla alt ederlerdi.
Birazdan eve ulaşan Ali birkaç pencere açarak evi havalandırdı, yerdeki ufak tefek paspasları balkondan çırptı, zeminin tozunu şöyle bir alarak parkeleri parlattı. Muslukta biriken bulaşıkları yıkadı. Son olarak kirli çamaşırlarını çıkarıp makineye attı ve temiz kıyafetlerinden giyinerek salona geçti. Şefik’in gelişi evin hâli için de iyi oluyordu.
Dostu, her ay muhakkak uğrardı. Evin durumunu bildiğinden geleceği zamanı bir iki gün öncesinden mesaj çekerdi. Olur da gecikirse yahut gelmeyiverirse -ki bu çok küçük bir ihtimâldir – Ali bu hâlin, misafirinin elverişsiz iş koşullarından kaynaklandığını bilir, asla gücenmezdi. Az sonra dört kere kapıyı tıklatma ve hemen ardından zil sesi duyuldu. Bu, onun, “Ben geldim,”deme şekliydi. Kapı açıldığında var güçleriyle birbirlerine sarılarak bir yürekten diğerine giden köprüyü çiçeklendirdiler. Muzip itiş kakışlarla ve şen kahkalarla oturma odasına geçildi. Ali’nin getirilen paketleri şefkâtle kucaklayışı, ganimetine kavuşan korsanları andırıyordu. Malûm misafirin evli oluşunun kaymağını yemek, elbette kardeşi yerine geçen Ali’ye düşüyordu. Paketleri itinayla açtı. Türlü türlü sarmalar, dolmalar, tatlılar,konserveler… Muhtemelen bir dahaki sefere kadar anca bitecekti. Sonraki görüşmelerinde yine getirecekti, bir diğer görüşmeye kadar.. Böylelikle midesi bayram havasından hiç çıkmayacaktı. Her ne kadar yalnız başına, sefil bir hayat sürüyor gibi dursa da aslında kendisine sevildiğini hissettiren, hatırına kıymet veren, börekler açan – en çok sevdiğinin patatesli olduğunu bilen – sevgilerini sunan insanların varlığıyla mânen ve madden lüksü yaşıyordu. Bir arada oldukları günün akşamına kadar konuşulacak mevzuların asla tükenmiyor oluşu, derin kahkaların soluksuz bırakışı, yüksek dozda gülmelerin sonucu göz pınarlarından dökülen mutluluk gözyaşları, yenilen yemekler, çalınan ezgiler, söylenen türküler, içilen kahveler, en çok da tanıştıkları günden bu yana azalmayan, bilâkis sürekli artan samimiyetlerinin şükrüyle vakti süslediler.
Üçüncü gözler tarafından sefilane, umursuz görünen fakat özünde düzgün bir adam olan Ali ve dostu Şefik – dışardan meşgûl, yorgun görünen fakat içindeki çocuğu her daim yaşatan Şefik – bu akşam da “elveda” demediler. Çocuk yaşta başlayıp süren dostluklarında taraflar birbirinin en haylaz, muzip, hatta en mecnun yönlerine şâhit olduklarından saklanacak hiçbir şeyleri kalmamış, yaşadıkça bir yürekten diğerine giden köprüyü çiçeklendirmeye devam edeceklerini bildiklerinden de elveda demeyi hiçbir vakit sevememişlerdi. Çünkü elveda: Bir dahası olmayacak gelişlerin, gidişleri ardından söylenirdi, yabancıydı.
Akşam olduğunda, birbirlerini uğurladılar. Giden biri değildi. Ali kapıyı içeriden kapadı fakat dolmuşa birlikte bindiler, eve beraber vardılar.