“Şu Kemal’i asmalı, sonra da cesedinin altında ağlamalı…”
- AĞUSTOS 1, 2019
- 0
- 1

Kendi döneminde (ve hâlâ) hürriyet deyince akla gelen ilk isim, Namık Kemal… Müdahil olduğu her mekânda, her muhabbette sözü illa ki vatana getiren; bütün sanatını, bireysel ve toplumsal hürriyete kavuşmak için bir araç olarak kullanan; velâkin baskılar, sürgünler ve zindanlara revâ görülen Tanzimat döneminin tek kişilik edip ordusu… O dönem Osmanlı toplumunda başka edip yoktu dersek yalan olur; Ziya Paşa, Ali Suavi, Ahmet Mithat, Şinasi gibi mütefekkirlere haksızlık etmiş oluruz. Her biri döneminin önemli yazar, şair ve fikir adamlarıydı. Lâkin hiçbiri Namık Kemal gibi güçlü bir toplumsal etki yaratmamıştı. O sadece düşünen ve yazan bir portre değil, düşünüp yazdıklarını hassasiyetle yaşayan biriydi. Bu yönüyle daha samimi bulunuyor ve bu vesileyle etkisi çok daha başka oluyordu. Ruh hâli bakımından toplumun her zümresinde coşku ve beğeni oluştururken, iktidar tarafından zeki, aynı zamanda da tehlikeli görülüyor; birtakım bahanelerle (ihtiyaçları da yoktu ya!) kâh sürgünle taltif ediliyor, kâh zindanlar hediye ediliyordu.
Kendisine gösterilen bu muhabbetin (!) sebeplerini sadece eleştirel yazılar yazması veya meşrûtî bir yönetim istemesi olarak ele almak kâfi görünmüyor. Kitleleri etkileyen üslup ve coşkusuyla tam bir aksiyon kişilikti Namık Kemal. Muktedirleri esas korkutan bu yönü ve kıvrak zekâsıydı dersek mübalâğa etmiş olmayız. Zekâsıyla hem hayranlık hem endişe uyandırmakta mâhir idi.
Namık Kemal’in arkadaşlarından “Zorlu Rıfat” lakaplı Binbaşı Rıfat Bey (aynı zamanda şairdir ve bu vesileyle tanışırlar) bir gün, Galata’da bulunan meyhanelerin birinde tek başına rakı içmekteydi. Onu mekânda bir başına görmekle cesaret bulan birtakım Rum efrat, rencide etmek maksadıyla yüksek sesle Yunan milli marşını okumaya başlıyor (dönemin siyasi ve içtimaî vaziyeti düşünülürse, vatansever bir asker için fazlasıyla kışkırtıcı). Zorlu Rıfat, önce sakin bir üslupla, Türk memleketinde başka marş okumanın doğru olmadığını ve içki sofrasında daha eğlenceli şarkıların münasip olduğunu telkin ediyor lâkin sayıları 37’yi bulan Rum efrat, Rıfat Bey’in sakin hâlinden cesaretle daha ileri giderek alay etmeye ve sözlü tacize başlıyor. Bu ahval içerisinde Rıfat Bey, lakabının gereğini yerine getirmek mecburiyetinde kalıyor tabii (kim olsa aynı mecburiyette kalırdı). Bir kargaşa ki, sanırsınız yedi ordu harp hâlindedir. Bir müddet sonra Rıfat Bey, kordonda gezinti yapar gibi endişesiz ve hiçbir zarar görmeden yürüyüp gitmiştir. Ancak arkasında 37 kişilik harabat bırakmıştır. (Abartılı görünse de namümkün değildir)
Yunan sefareti olayı haber alır almaz Hariciye nazırlığına başvuruyor ve derhal Rıfat Bey’in cezalandırılmasını, Türk hükümetinin de özür dilemesini talep ediyor. Dönemin hariciye nazırı Fuat Paşa, arkadaşlıklarını bildiğinden Namık Kemal’i çağırıyor (hariciye nezaretinde kâtip o vakitler) ve “Ne yapacağız, ne cevap vereceğiz şimdi bu heriflere,” kabilinden esip gürlüyor. Namık Kemal, gayet sakin mealen şöyle bir cevap vermeyi teklif ediyor:
Rıfat Bey’i ve olanları kınadıklarını; kendisini harp divanına vermeye hazır olduklarını; fakat hadisenin herkesin gözü önünde cereyan ettiği için yargılamanın da herkese açık olması gerektiğini; böyle bir mahkemede milli hisleriyle alay edilen bir Türk zâbîtinin tek başına 37 Rum’u dövdüğünün açığa çıkacağını; bu durumda Yunan sefareti, hâdisenin duyulmasında bir mâhsur görmüyorlarsa kânunî muamelelerin başlatılacağını…
Namık Kemal, cevabı sunduktan sonra keyifle huzurdan çekilir. Fuat Paşa, hayranlık duymakla beraber, böylesi bir zekâdan duyduğu endişeyi odada bulunanlara şöyle ifade eder; “Şu Kemal’i asmalı, sonra da cesedinin altında ağlamalı…”