Son Oyun
- NİSAN 3, 2020
- 0
- 23

Siz hiç 13 yaşında hayatta yapmayı en çok sevdiği şey olan top oynamayı bırakan ve ondan nefret eden bir çocuk tanıdınız mı? Ben tanıdım. Sene: 2009. Yer: Siirt. Aylardan mart ya da nisan. Güneşin tepemizde parıldadığı ancak terör olaylarından dolayı sık sık güneşin sadece isim olarak hafızalarımızda yer aldığı vakitler. Dışarıda çok fazla top oynama fırsatı olmayan asker çocuklarının top oynadıkları bir yerde yani askeriyede yer alan bir olaydan bahsedeceğim.
Saat 16.30 sularındaydı. Çocuklar her zaman yaptıkları gibi ders çıkışı soluğu top sahasında almışlardı. Günün bütün yorgunluğunun atılacağı, gerçekten de çocuk olunduğunun anlaşılacağı anlardan bir tanesiydi. Çoğu asker çocuğu yerli çocukların yaptığı gibi sokakta top oynayamıyordu o sıralar. Sahi, “terör” denen kavram neden çocuklar için bir şey ifade etmeliydi ya da ediyordu? Asker yeşili denen yeşilden bir saha… Maç saati… Heyecandan yürekler ağızlara gelmiş, yerlerinde duramıyordu çocuklar. Sahaya çıktıkları vakit sanki Şampiyonlar Liginde oynuyormuşçasına bir heyecan ve tatlı bir gurur her birinde. Maç başlamıştı başlamasına ama helikopterler de başlamıştı kendi maçlarına…
Top sahasının hemen dibinde bir adet helikopter sahası vardı. O sahadan havalanıyordu askeriyeye ait olan tüm helikopterler. Araçlar, gelenler, gidenler, koşanlar, bir yerlere yetişmeye çalışanlar… Her şey o kadar olağan bir halde ilerliyordu ki bu telaşeyi yadırgayacak tek bir kuş dahi yoktu civarda. Maçın 25. dakikası falandı. Yaklaşmakta olan bir helikopter vardı kendi sahasına doğru ancak öyle bir yaklaşıyordu ki insan kendisini içsel bir sürgüne doğru yol almış hissediyordu. Saha, top, ev, okul, dünya, vs. bir hiçlikten ibaretti sanki o an. Herkes bir anda helikoptere kilitlenmişti ancak sadece bir an. Sonra hiçbir şey olmamış gibi maç kaldığı yerden devam etmeye başladı. Buralarda böyle şeyler çok fazla normalleşmişti tıpkı Orta Doğudaki çocukların tek oyuncaklarının silah olması gibi normal… Ünlü bir düşünürün de söylediği gibi: “Adam olmanın sermayesi hüzündür.” Öyledir belki ancak 13 yaşındaki çocuk için de geçerli miydi bu söz? Hüzün biriktirip sermaye yapacak yaşta değildi oradaki çocuklar. “Adam” olmak için böyle bir sermayeye ihtiyaç da yoktu gerçi…
Helikopter piste iniş yapmıştı. Askerler arka arkaya çıkmaya başladılar helikopterden. Çıktıklarını gördü çoğu çocuk ancak ellerindeki kahverengimsi bir kutunun ne olduğunu tam olarak anlayamadılar. Tabut muydu yoksa? Tabuttan başka hangi eşya görüntüsüyle insanın yüreğinde bir ağırlık oluşturabilir ki? Bir anda kuş sesleri gelmemeye, çiçekler açmamaya, ağaçlar boynunu bükmeye başlamıştı. Doğa bir anda tersine dönmeye başlamıştı, ne tepki vereceğini şaşırmıştı tabut karşısında. Çocuklar da top oynamayı bırakmışlardı bu sırada. Herkes merakla neler olduğunu öğrenmek istiyordu. O sırada askerlerden birisi yönünü sahaya doğru çevirmişti. Top sahasına doğru geliyordu ama nasıl gelmek! Yer yarılsa içine seve seve girecekmiş gibi bir hâli vardı askerin. Asker sahaya yaklaştıkça sahada da mahşer günü gibi bir kalabalık oluşmaya başlamıştı. Herkes sahanın ucundaki tellere doğru yaklaşmıştı. Asker, adımlarını yavaşlatarak geliyordu. Ayakları geriye doğru gidiyordu sanki. Sanki vereceği haberden ötürü yürümeyi unutmak istiyordu o an. Sonunda geldi. Seslenmeye başladı: Hamza! Hamza! Hamza bir anda donup kalmıştı. İsmini anlamı her ne kadar “heybetli” de olsa Hamza’nın o küçücük bedeni yavaş yavaş çöküyor gibiydi. Asker, Hamza’nın orada olduğunu teyit etmek için bağırmıştı aslında ama Hamza ismini zikretmesi yetmişti Hamza’nın çökmesi için. Bazen sözcükler hiçbir işe yaramaz bir şeyleri anlatmak için. Keşke sözcükler olmasaydı dediği anlar olur insanların. Hamza da o anlardan birisini yaşıyordu. Top elindeydi Hamza’nın. Tam da gole gidecekken durmuştu oyun ve Hamza da bu duruma çok sinirlenerek topu eline alıp tellere doğru koşmuştu. Şimdi de ismi zikrediliyordu… Babası özel harekât kısmında görevliydi Hamza’nın. Dört gündür görmüyordu babasını. En son gördüğünde ise Hamza yenice okuldan dönmüştü. Son hatırladığı şey buydu Hamza’nın…
Bir ayağı Doğu’da diğer ayağı ise Batı’da olan bir ülkedir Türkiye. Geçiş noktasıdır kısaca. Asırlardır süregelen savaşların tam merkezidir yani. Joshua Ağacı gibidir aslında Türkiye. Etrafında ot falan yetişmez. Yalnız doğar ve yalnız büyür. Hamza’da da durum bu ağaç gibiydi artık. Hayatta örnek aldığı ilk ve tek insan olan babası yoktu artık… Bütün çiçekleri dökülmüştü sanki Hamza’nın. Öpmeye doyamadığı babasını topraklar öpecek, topraklar sarılacaktı. Topraklar!
Top oynarken yitirmişti babasını Hamza. Yalnızca futbolu değil umudunu da kaybetmişti Hamza. Artık top oyna(ya)mayacaktı. En sevdiğiniz insanı en sevdiğiniz şeyi yaparken yitirirseniz nasıl hissedersiniz? Hamza’nın yaşadığı nasıl bir histir anlayabilir misiniz? Yanmaktır, biricik çaresi yokluğun… Gayrı içinde bir ateş yanacaktı Hamza’nın. Savaşlar biterdi belki ama yitirilenler geri gelmeyecekti. Yitirilenler geri gelmedikçe yaş alacaktı insanlar. 13 yaşındaki Hamza olacaktı 63. Nasıl dayanacaktı buna Hamza? Aşırı yalnız hissediyordu kendisini Hamza. Onun bu yalnızlık hâli diğer insanlar için cehennemdi adeta. Yapay da olsa mutlu görünecek bir yüz bulmalıydı kendisine Hamza…
Hamza: “Sensiz geçmiyor günler biliyor musun babacığım? Her gece dinlediğimiz o türküyü ben artık tek başıma dinliyorum. Öyle bir yalnız kaldım ki anlatamam sana… Ben o türkümüzü her açtığımda sen de açıyorsun cennette, biliyorum. Kuş olmak istiyorum artık. Belki uçarım da yanına gelirim diye babacığım… Ben bütün sevincimi o sahada bıraktım. Ne zaman top oynayan bir çocuk görsem hatıran gelir oturur yüreğimin en kuytu köşesine babam. Bak şimdi ben de baba oldum. Baba olunca daha iyi anladım çoğu şeyi. İnsanın evladı için yapamayacağı hiçbir şey yokmuş. İnsanın babasını kaybetmesi bir su damlasının elden kayıp gitmesi gibiymiş… Çok geç anladım baba. Demek ki baba olmam gerekiyormuş anlamam için. Her ne kadar babalar sevgisini çocuklarına gösteremese de çocuklar da sevgisini babalarına gösteremezmiş. Sen varken sana gösteremedim ben sevgimi baba. Utandım, çekindim, kapandım kendi kabuğuma. Her zaman söylemek isteyip de söyleyemediğim şeyi söylüyorum sana: Seni çok özledim baba. Seni çok özlüyorum baba…”
Terörden dolayı yetim kalan tüm çocuklar ve aziz şehitlerimiz için…