Sebat
- ŞUBAT 12, 2019
- 0
- 2

Hangi kötülüğünün diyetiydi bu yaşadığı, hangi nankörlüğünün bedeli, hangi ihanetinin vebali? Evet, henüz küçük bir et parçasıyken yaşamak isteyip istemediği sorulmamıştı ona. Sorulsa dahi vereceği cevap bugünkü aklının bir serzenişi olarak değil; minik, meraklı, ümit ve beklenti dolu bir yüreğin hevesiyle çıkacaktı ağızdan. O, merakın insanı tutsak ettiğinin bilmeyen küçük, zavallı bir et parçasıyken. Yaşamak, yeşilken toplanmış yemişlerle yapılan ezmenin tadını andırıyordu ona. Henüz çocuk olmadan yetişkinleşmek zorunda kaldığı çağlarda başlamıştı zihnindeki savaş. Daima yanlışları ortaya çıkararak doğrulara hakkını vermeyi arzulayan yönü hasebiyle: hayretin, niçinlerin, nasılların açtığı ömürlük mücadele, en nihâyetinde kalem tutması gereken elin yokluğuna mâl olmuştu.
Baktığı her zerre, kokladığı her bahar, tattığı her lezzet ona yazmak eylemini anımsatıyordu bir zamanlar. Paltosunun sağ cebinde mutlaka küçük, siyah kaplı defterini ve babasından yâdigâr o dolma kalemini bulundururdu. Evinin bulunduğu geniş, tenha caddeyi biraz yürüyünce mahallenin canlılığını hep koruyan, yüksek sesli bölümüne geçilirdi. Tam olarak burada, baktığı her yüze bir karakter biçer, rastladığı her benizin arkasındaki öyküyü görürdü. Müthiş bir işleklikle ekleyen, biçen, yerine koyan zihninin hızına yetişemeyen ellerine söylenirdi. Şimdiyse içinden geçen sayısız söz hazinesinin varlığına kayıtsız kalmak hâlinde olan elini anımsayıp, aynı sokaktan geçerken başını eğerek, tek bir insan yüzüne denk gelmeyecek şekilde bakışlarını kaçırıyordu. Her yüz yeni bir ilhamın habercisi oluyor fakat bu ilhâma mukâbil satırlar yazmaya muvaffak olamayacağını bildiğinden tedbirini baştan alıyor, sûretlere dokunmadan öylece geçiyordu. Kendi aleyhine davranıp özüne ıstırap çektirmekten böylesine kaçınan bir şahsiyete acımamışlardı. Yahut da yabancı şahsiyetler fazlasıyla ıstırap çektirdiğinden, hâline üzülen kendi durumunun vahimliğine ağlayan bir adama dönüşmüştü.
Küçüklüğünden beri pek de kalabalık olmayan çevresinden öğrendiği bir şey vardı: Yalan, günahların en büyüğüydü ve kandırabilmek yahut gizleyebilmek için yeterli güce, imkâna sahip olmasına rağmen gerçekleri aşikâr eden kişi insanların en yücesiydi. Dolayısıyla gerçekler herkesin ulaşabileceği kadar yakın olmalıydı. Neyin yanlış olduğuysa en avâmından en bilgesine kadar tüm insanların belleğinde yer etmeliydi. Kâğıda her dokunuşunda bunu anlatmak istedi. Her zamanki hâliyle evinin bulunduğu tenha caddeyi geçerek merkeze inmeyi düşünüyordu. Biraz sonra alışılmadık bir curcunanın kenarında buldu kendini. Mahallenin alelade bir mensubu olarak hayretin, merakın kendisini sevk edişiyle curcunanın merkezine doğru ilerleyip ne olup bittiğini anlamak istemişti. Belli ki merakı, onu bir alacak verecek kavgasının ortasına düşürmüştü. Tanımadığı yüzler, yine tanımadığı başka yüzler tarafından darp ediliyordu. Kayıtsız kalmak istemiyordu fakat cılız ve nârin cüssesi onu, bu adamlara diklenip celâllenme eğiliminden âciz bırakıyordu. Arabayı çalıştırdıklarında çekip gideceklerini sanmıştı. Kendisine yaklaşan kişinin âni bir hâmlesiyle yerde buldu kendini. Ardından otomobilin altında kalarak ezilen elinin sancısıyla kendinden geçti. Ne az evvel darp ettikleri kişinin, ne de sızısıyla kıvrandığı elinin hesabını sorabilmişti. O günden bu yana çok uğraş vermiş, bir başına baş edememişti o insanların ancak zalim olmaya yeten gücüne. Kimsenin de ona ortak olmaya, destek vermeye niyeti, cesareti yoktu. Ne olursa olsun mücadelesine devam edecekti. En nihayetinde yazmak düşünü almışlardı elinden, daha fazla ne alabilirlerdi ki? Bir de canı vardı işte.
Uzun bir aradan sonra evin temizlenmeye ihtiyacı olduğunu anlayıp işe girişmişti. Sağda, solda kaldırdığı halının altında, açtığı kapının ardında her yerdeydiler. Evin dört bir yanını karıncalar sarmış, âdeta istilâ etmişti. Durdu. “Ölmeleri gerekir mi?” diye sordu kendine. “Hayır, yalnızca olmaması gereken bir yerdeler. Çok küçükler… Yine de gerektiğinde savaşmanın verdiği zevkten kendilerini alıkoyamıyor, en azından düşmanın dikkatini dağıtmayı başarıyorlar.”
Düştüğü durumu anımsadı:
Eminim biz de çoğuz, tek suçumuz yan yana olmamak.