Saki
- ŞUBAT 21, 2019
- 0
- 0

O gün kayalıklarda oturmuş, sanki bir şeyler olsun diye bekliyor gibiydi. Elinde gitanes sigarası, dilinde cılız bir türkü, ufuk çizgisine gözünü dikmiş öylece bekliyordu. Geçenlerde ayaküstü konuşmuştuk. Belli etmek istemediği bir telaşın içine düşmüştü besbelli, yoksa Baran konuşurken; öyle uzun es vermez, duru ve sakin konuşurdu. Ayrıca her zaman yüzü tıraşlı, iyi giyimli adamın yüzünde nereden baksan dört günlük sakal vardı.
Baran’ın hikâyesini pek kimse bilmez buralarda, adından belli zaten, buralara ait değildi o. Bir akşam üstü güneş terk ederken gökyüzünü, tam da babasının öldüğü gün, sıvası dökülmüş bir şehri arkada bırakarak gelmişti bu küçük kasabaya. Meyhaneyi, içindeki sarhoş adamlarla birlikte devralmış, gerçekleştiremediği promili yüksek hayallerini girişteki kapıda çarmıha germişti… Ahşap sandalyeleri ve arka bahçede kuşak gibi sıra sıra atılan renkli lambalarıyla seksenlerin gazinolarını anımsatan güzel bir mekândı. Masa örtüleri tütün kokar ama bunu kimse önemsemezdi. İçerideki hiç kimsenin anasonun neye benzediğine dair bir fikri yoktu; fakat bir yetmişliği alaşağı ettikten sonra arka bahçede Allice’in Harikalar Diyarı’na açılan kapısını görebilen güzel müşterileri vardı..
Baran’ı orada görünce elimdeki poşetleri kaldırımın dibine koyup, kayaların üzerinden atlaya atlaya yanına doğru ilerledim. Geldiğimi ilk anda fark etmesine rağmen yalnızca kafasını hafifçe yukarı aşağı sallayarak, “bugünü de devirdik,” dedi. Yılların telaşını tek bir cümlenin sırtına yüklemiş, ölgün bir ses tonuyla gırtlaktan itilmiş bir merhaba idi bu. “Gün batımını izleyecek kadar romantik bir adam gibi görünmüyorsun,” dedim oturmak için seçtiğim kayanın üstünü elimle süpürürken. Bakışları bulutlandı birden; gözlerini bir yere odaklar gibi hafifçe kısarak, “simit… simit satıcılığıyla bitirmişim çocukluk serüvenimi. Henüz 7-8 yaşlarında falandım. Bir tepsi içinde simitler ve kâğıtlar. Romantizm falan ne varsa o zamanlar öldü be oğlum,” dedi. Ben o sırada sigara aranıyorum ceketimin ceplerinden, “bafradan başkasını da içemez olduk,” deyip pantolon cebimden sıyırttırıyorum paketi, “çırağa mı bıraktın yine dükkânı,” derken elindeki sigaraya uzanıyorum benimkini yakmak için. “Alışmaya çalışıyorum hâlâ, arada buraya gelip nefes almak iyi geliyor,” dedi. Tabii, gökyüzüne tırpan gibi dikilmiş gökdelenlerin gölgesinden sonra tek katlı beyaz evlere ve börtü böcek seslerine alışmak zor olmuştu onun için. Televizyonu izlemese bile hiç kapatmazdı.
Baran’la aramıza simsiyah bir sessizlik gibi gökyüzünden işitilemez bir gürültünün ağırlığı çöküyordu ve ben böyle zamanlarda ne söylenir pek bilmiyorum..