Kenetleniş

Kenetleniş

Rüyalar âleminden henüz çıkmış, şu anlık dert edeceği konunun, kahvaltıda yiyeceği reçel olması lâzım gelen bu şahsiyet gözünü açar açmaz ona fenalık getirecek hırsı nereden bulmuştu? Hisler yapbozunda insan: Onu aciz bırakan gelgitler, tereddütler parçasının yanında; kesin bir sonu belirtir gibi mutlak; terazide en ağır gelen taraf edasıyla baskın parçasının birbirini tamamlamış hâlidir. Yeryüzüne duygular eşitliği sağlayarak değil, adaleti koruyarak dağıtılmıştır. Bu durum kimisi için verilmiş merak veya kıskançlık; kimisi için merhamet veya acımak kimisi içinse öfke veya korku hislerinin kötüye kullanılması için bir bahaneyi oluşturur. Birkaç dakika hatta birkaç saat öncesine kadar onun sabır tasını dolduracak bir damla olay dahi yaşanmamıştı. Demek oluyordu ki yengesi geç kalınmış bir duygunun bozgununa uğramış, belki dün yahut geçen ay yaşanan olaylarla ortaya çıkması lâzım olan bu his vaktinde sessiz kalmış şimdiyse avazı çıktığı kadar bağırıyordu. İlk değildi bu; fakat bir son bulacağına dair inancı vardı Ela’nın. Yengesi Füsun için günün ilk huzmesi: “Öfkelerini masum tarafa aktaran, merhametiyse acırcasına aşağılayan tavırlarla yansıtan, her zaman bir sebep bularak üstlerine üstlerine gelen ne kadar insan varsa” hatırlatıyordu ona. Ela, kıynaşık kapıyı iterek yengesine yöneldi. Ondaki bu durumu sezmemişçesine; keyifle, neşeyle kahvaltı hazır haberini verdi. Yengesinin bu huyunu çok iyi bilirdi Ela. Onun yüksek bir çoşkunlukla gelgit eden duyguları ancak ve ancak ortama giren tebessüme, kötü bir şey olmamış edasına yenik düşerdi. Bazen göçen zeminden çekip alabilmek için onu, böyle yenik düşürerek iyileştirmek lazım oluyordu. Yengesini bu kadar iyi tanımasa, en kuytu köşelerine kendi ışığından tutmazsa bugün onu burada bir başına bırakabilme gamsızlığında bulunacak, Anadolu’nun uzak kasabalarındaki mekteplere varoluş sebebi bildiği o mesleği yapacak, önce öğretecek belki iyileştirecek, derman olacaktı. Fakat sonra düşündüğünde anladı ki kişi en yakınından başlamalıydı hayat vermeye. Gitseydi “Şimdi ne yapıyor ne hâldedir?” diye kasvetlenecekti muhakkak. Fakat dayısı burada, şu oturdukları masanın başköşesinde otursaydı yengesi de duru, katıksız güzelliği, bitmek tükenmek bilmez neşesiyle “o eski hâliyle” diğer köşeye otururdu. Şimdiyse bir köşede Ela, isminin tecellisiyle bin bir renge bürünüyor, o biraz olsun keyiflensin diye şaklabanlık yapıyor geçen seneki okul arkadaşlarıyla yaşadıklarının bugün farklı bir kesitini anlatıyor onu sohbete çekmeye çalışıyordu. Yengesi ise iyileşmeyi, ona katılmayı, çabalarını karşılıksız bırakmamayı çok istiyordu. Yine de içindeki birikmişlik göz içleri ıslanarak tebessüm etmesine ancak izin veriyordu. Füsun’un hayatını karartan, onu insana dönüşmeyi isteyen bir hayalete çeviren olay dört sene sekiz ay önce gerçekleşmişti.
Merkezdeki kuyumcuda çalışan kocası Murat’ı kanlar içinde gördüğü o soygun günü; hafızasına , ruhunu kanata kanata kazınmıştı. O ki soluğundan öte, ciğeriydi, canıydı. Şimdi onun yokluğunda nefes alamaz olmuştu. Hayattayken, Füsun’a pırlantalı kolyeler, altın küpeler getirirdi. Lüzumsuz yere masraf edilmesinden haz etmezdi kadın fakat içten içe hoşuna giderdi, kocasının ince yüreği sığındığı köşe olurdu ona. Dayısının ani ölümü Ela’yı, öksüz ve yetim bir hâlde dayısının ve yengesini evine yerleşen bu kızı, Füsununki kadar derin etkilememişti. Ne de olsa şu hayatta en sevdiklerini kaybeden biri olarak elinde olmazdan fazlasıyla duyarsızlaşmıştı. Bir iki hafta sarsıldıktan sonra yengesi için güçlü olmak zorunda olduğunu fark etti. Zaman, her şeye rağmen geçiyordu. Murat’ın hatıraları her yerde yemyeşil açarken şimdiden onsuz beş seneyi arkalarında bırakmışlardı. O gün öğleden sonra Ela yengesiyle vedalaşarak kütüphaneye geçti. Okumak ona her zaman iyi gelmişti. Birkaç saatliğine gerçeklerden kaçıp kurguların derinliğine inerek ruhunu doyuruyordu. Mutlu bir sonla biten kitapların onda ayrı bir yeri vardı. Bu kitaplar pek gerçekçi değildi; fakat en azından içerinde uzun süredir mahrum kaldığı mutlu insanların neşeli hayatları vardı. Belki de mutlu biten kitapların hatırı için başına gelenlere dayanabilmeyi öğrenmiş, kendi hikâyesinin de böyle olmasını isteyebilmişti. Kitaplar arasında dolanırken aynı mahalleden bir tanıdığa rastladı. İnsanlık nâmına gülümseyecek gibi oldu fakat karşısındaki hiç hayra alamet bakmıyordu. Kısık bir sesle:
– “Kızım n’apıyorsun sen burada ?”
Kadının ses tonu Ela’yı kötü bir iş yapıyor hissine kaptırdı. Ela yine de kendinden emin bir şekilde:
– “Kitap seçiyorum, birkaç tanesini eve götüreceğim.” diyebildi.
– “Dediğim o değil. Ben buraya doğru gelirken yengen için kendini asacak, canıyla zoru var bunun diye söyleşiyorlardı. Çocuğun ödevi olmas..”
– ” Ne?! ”
Ela, elindeki kitapları aceleyle bırakaverdi. Aklı başından gitmişti. Ezbere bir yolda sola sağa çarpa çarpa daima varacağı yere bakarak ilerledi. Birkaç dakika sonra evin kapısında buldu kendini. Anahtarı takmaya zorladı fakat titreyen elleri buna izin vermiyordu takır tukur anahtar zorlama sesinin ardından kapı beklenmedik şekilde içeriden açıldı. Yengesi karşısında dimdik ayaktaydı. Beti benzi atmış genç kadını gören Füsun korkuyla:
– “Hayırdır Ela n’oldu sana böyle?” diyebildi. Ela onu böyle sağ salim ayakta görünce atılıp sımsıkı sarıldı şu hayattaki tek ve son kalesi olan biricik kadına. Kendini hiç olmadığı kadar talihli hissediyordu Ela. Bu kapıdan girdiğinde Füsun devrilmiş bir taburenin yükseğinde son kez nefes vermiş olabilirdi. Annesi, babası ve dayısını kaybettiği gibi Füsun’u da kaybedebilir, artık bir yaşama sebebi kalmayabilirdi. Yaşama dair en ufak bir inancı, hevesi kalmamış insanlar gibi kendine kıyabilirdi. Olayın ilk sancısı yatıştıktan sonra düşündü. İnsanın hayattayken bağlandığı birçok sebep olmalıydı. Birkaç kediye, tomurcuklanmış birkaç çiçeğe, bir sınıf öğrenciye ya da birbiriyle ilgisi olmayan birçok düşe bağlanılabilirdi; fakat bunlar da biterdi. Hepsinin bir sonu vardı. Çiçekler solar, çocuklar büyür, düşler kırılırdı bir gün. İnsan en iyisi yüce bir gaye olan sevgiye bağlanmalıydı. Sevmek tükenmezdi, kopacak gibi olursa bir dost yüreğine akar, inceldiği yerden ikiye katlanırdı fakat sona ermezdi.

Bu içeriğe emoji ile tepki ver
0 kullanıcı tepki verdi
Bunlar da ilginizi çekebilir
Benzer yazıları okuyabilirsiniz.
 
Hikâyenin Başa Sarmasıdır
  • ARALIK 17, 2020
  • 1051 görüntülenme
 
Gayya Kuyusunda Aşk
  • AĞUSTOS 23, 2020
  • 1367 görüntülenme
3 Yorum
Yorumları okuyabilir ve cevaplayabilirsiniz.
Nuran kadura
5 sene önce
Tuğba
5 sene önce

Duygu betimlemeleriniz ve kelimeleri ifade edişiniz çok hoş Kübra Hanım öykülerinizin devamını bekliyoruz. Başarılar

    Kübra KAYAN
    5 sene önce

    Teşekkür ederim.

Kübra KAYAN için bir cevap yazın

Cevabı iptal et