Kehribar Amca
- ARALIK 7, 2018
- 0
- 0
Pencereyi araladı Kehribar Amca. Elleri kırışmıştı çoktan. Parmağındaki alyans bile bol geliyordu artık. Kaç yıl oldu sayamadı. Güneş huzmeleri doldu içeri, ne aydınlattı, ne ısıttı. Uzaklara daldı gözü. Gözünün değmediği yerlere kaydı gönlü. Sonbahardı, belki son baharı. Yapraklar sararmış, sararan yaprakları gören gözlerinin feri çoktan kaçmıştı. Bir türkü dolandı diline:
“Meni attın ay gız ay gız ataşa
Beslemekti eşgini daim peşem
Atacağdın meni sevdin söyle bes niçin
Doldur eşgi şerbet kimi ver içim
Söyle söyle sene bele n’oldu yar”
Ne çok zaman geçirmişti bu pencerede. Nicedir beklemekteydi. Geçen çoktu. Sokak satıcıları, okula giden öğrenciler, oynayan çocuklar, işe yetişmeye çalışanlar, ne dertliler, ne mutlular, hem ne umutlular… En çok el ele tutuşmuş yaşlı bir çift geçince bir damla süzülüverirdi yanağından ılık ılık yüreğine. Tüm hazinesini o zamanlar çıkarırdı cebinden. Okşardı elleri, siyah beyaz eskimiş resmi.
“Çağırıram gel haralarda galmışan
Meni incitme yalvarıram yar
Meni atma terk etme”
Dedim ya çok kişi geçti Kehribar Amcanın penceresinin önünden. Hiçbiri istediği değildi. Hiçbirinde gözlerinin içi gülmedi.
Komşu Ayşe Abla geldi. Gıcırdayan eski bahçe kapısını yavaşça açtı. Evin kapısı ise açıktı her zaman olduğu gibi. Neyi vardı ki kitlesin! Bir canı, bir de canından öte cebindeki fotoğrafı. Ufak bir bahçesi vardı, Kehribar Amcanın. Belli ki, çiçekler ekilmişti önceden duvar kenarına. Kurumuş bir iki meyve ağacı vardı. Bir de sapasağlam çınar. Şimdi anladı Ayşe ‘çınar gibi sağlam’ lafının ne demek olduğunu. Ağaca bağlı, ipi eskimiş tahta bir salıncak vardı. Çocukların eliyle şenlenmeyeli epey olmuş demek ki, gönül koymuş o da. Çivileri paslanmış tahtası çürümeye dönmüştü. Bir de Tarçın geziniyordu bahçede. Kehribar Amcanın müdavimi. Anlıyor gibiydi kedicik. Bunca yalnızlık, bunca hüzün ille de biriyle paylaşılmalıydı işte. Öyle ya, bazen hayvanlardan ne güzel derttaş olurdu. Ne güzel dinlerlerdi derdi, kederi. Sorgusuz, sualsiz. En güzeli yargısız, infazsız.
İyi kızdı Ayşe. Ufak iki çocuğu vardı. Her gün bıkmadan usanmadan bir kap yemek getirirdi. Kendi durumu da iyi değildi ama olsun. Komşuluk ölmemişti daha. Ne çok hikâye duymuştu Ayşe, Kehribar Amca hakkında, gelin geldiğinde bu sokağa. Hangisi gerçek, hangisi yalan soramadı hiç. Anlıyordu ama gözündeki kederi. Ağır ağır nefes almasından içindeki umutsuzluğu, gözünü pencereden ayırmamasından beklediğini, hüzünle bakmasından çok beklediğini.
Avludan geçerken Amcayı duydu. Bir türkü vardı dilinde. İnce ince, ilmek ilmek söylüyordu sanki. Kehribar Amca pek konuşmazdı, dinlemek istedi.
“Gözüm yolda galdım galdım ay gözel
Payiz oldu yaprahlar oldu gazel
Yollarına baha baha daldı gözlerim
Sene çatsın üreğimdeki sözlerim
Söyle söyle sene bele n’oldu yar”
O an anladı Ayşe. Anlatılanların hiçbiri doğru değildi. Hiçbiri yetmiyordu Kehribar amcanın acısını anlatmaya. Cız etti yüreği. Etrafında mutsuz çok kişi vardı. Kimi eşinden, kimi işinden, kimi çocuğundan şikâyetçiydi. Hiçbiri Kehribar Amcanınkine benzemiyordu. Ufaldıkça ufaldı gözünde içindeki derdi. Ne boş şeylere üzülmüştü. Ne boş şeyler için kırmıştı sevdiklerini.
Ayşe elindeki bir tas çorbayı tezgâha koyuverdi. Ağır geldi birden yüreği. Duymadı Kehribar Amca, Ayşe’nin geldiğini. Yüreğinden başka duyduğu yoktu.
“Atacağdın meni sevdin söyle bes niçin
Doldur eşgi şerbet kimi ver içim
Söyle söyle sene bele n’oldu yar”