Kahvaltılık Hırka
- KASIM 11, 2019
- 0
- 36

Güneşli bir kasım sabahıydı. Hasan Ali amca yeni uyanmıştı ve doğruca banyoya yönelmişti. Rutinlerinin dışına çıkmayı pek fazla sevmeyen bir adamdı Hasan Ali amca. Banyodaki işlerini hallettikten sonra mutfağa yöneldi. Kahvaltı onun için olmazsa olmazlardandı. İlk önce çayı koydu ocağa. Daha sonra kahvaltılıklar, çatal, bıçak, vs. vs. derken gereken ne varsa masaya koymuştu. 2 kişilikti her şey… Gönlünün Canan’ı ile yapacaktı kahvaltıyı Hasan Ali amca. Her şeyi hazırladı ve masaya oturdu. Tabi o sırada eşine seslenmeyi de unutmamıştı. Onsuz başlamazdı kahvaltıya, başlayamazdı. Dakikalar geçiyordu ve çay tam olarak demini almıştı. Hasan Ali amca bu arada kapıdan günlük olarak gelen gazetesini almayı unutmuştu. Bir koşu gidip gazeteyi aldı ve kahvaltı masasının üzerine koydu. Bir yandan manşetlere bakıyor, diğer yandan da manzarasının keyfini çıkarıyordu. Her sabah izlemeye doyamadığı o manzara… O’nun manzarası… Kahvaltı masasına oturalı yaklaşık yarım saat olmuştu ve gazetesinin okunacak kısımları bitmişti. Sırada da çözülecek olan kısmı, bulmacası vardı. Hasan Ali amca hayatı boyunca çoğu şeyden vazgeçmişti ya da vazgeçebilmeyi denemişti ancak şu bulmaca hastalığından bir türlü vazgeçememişti. Kalemi eline aldı ve tek tek bulmacanın bütün boşluklarını harfler ile doldurmaya başladı. Sırasıyla boşlukları doldurmaya devam ediyordu ancak bir tane soruda takılı kalmıştı. 7 tane kare vardı yani 7 harflik cevaba sahip bir soruydu. Soru şuydu: “Daima kalacak olan, sonsuz, ebedi.” Hasan Ali amca soru karşısında afallamıştı çünkü cevabı yazmaya eli varmıyordu. Cevabı çok iyi biliyordu ama…
Hasan Ali amca: “Bak yine seni sordular Cavidan… Seni sordular ve ben yine seni boş bıraktım… Seni yazamadığım için diğer kareler de boş kaldı haliyle. Tıpkı benim gibi diğer kareler çünkü sen olmayınca ben de hep böyle yarım kaldım, tamamlanamadım, tamamlayamadım… O karelerin başı ve sonu hep açık kaldı Cavidan. İşte o açık kalan kareler cereyan yapmaya başladı. Üşümeye başladım. Üşüyorum Cavidan… Bulmacamdaki bütün kareler ayrı ayrı kucak açmışlar, çağırıyorlar beni içeri lakin gözlerinin karasını aradığımdan mıdır nedir varamadım bir türlü içeri Cavidan… Hatırlar mısın bilmem ama geçenlerde sana bir hikaye anlatmıştım Cavidan. Papualılarda dil son derece yoksuldur sözcüklerinin sayıları günden güne azalır. Bunun nedenini sana söylemiştim, hatırlıyor musun? Ben yine de nedenini tekrar edeyim senin için. Bunun nedeni her defasında kabilede birisinin ölümünün ardından, yas tutmak amacıyla birkaç sözcüğün silinmesidir… Sen gittiğin zaman ismini oluşturan bütün harfleri alıp bağrımda saklamalıydım Cavidan ama yapamadım. Yapamadım çünkü ismin hep yaşasın istedim. Günden güne solmaya başlasam da sen hep yeşer istedim. O’nun hükmü kalmadı artık demesinler diye ben senin adını yazacağım daima. Bir kişi bile olsa ismini bilsin, tanısın diye yazıyorum ben. O bir kişi için varım ben. O bir kişi için yazıyorum halen. Bu dünyadan aşkı arayan için ve ararken hevesini asla yitirmeyen için: Yani senin için… Yazıyorum.”
Kahvaltı masasında oturup kalmıştı Hasan Ali amca. O’nu sorduğu için içinden küfürler etmeye başlamıştı bulmacayı hazırlayan kişiye. Yavaşça doğrulmaya çalışıyordu ama ne mümkün… Yine darmadağın olmuştu Hasan Ali amca. O’na bakıyordu şu anda, O’na yani Cavidan’ına. O yine her zamanki yerinde, mavi sandalyesinin üzerindeydi. 35 yıl boyunca bakmaya doyamadığı kapkara gözlerini arıyordu ama bulamıyordu. Sahi, nerede o gözler? Hasan Ali amca yeni yeni idrak etmeye başlamıştı. Her sabah olduğu gibi bu sabah da gözyaşlarıyla yapmıştı kahvaltısını. Hani birisi ölür de anlamazsınız öldüğünü. Üzülmezsiniz, üzülemezsiniz ancak daha sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz… O hırkanın, o şekilde sandalyedeki duruşu gelip kalbinize oturur ya…
Son bir gayretle ayağa kalktı Hasan Ali amca. Mavi sandalyenin oraya doğru yürümeye başladı. Tir tir titreyen bacakları adım atmakta zorlansa da sonunda vardı oraya. Elini attı Cavidan’ın omzuna. Öpmek istedi yanaklarından ama utanıp da yüz çevirmesinden korktu. Utanmasın diye sessizce şiirler okudu gerdanına… Şiirini okuduktan sonra hiç istemese de Cavidan’ı yani her sabah yaptığı gibi Cavidan’ın kahvaltılık hırkasını aldı ve odasına götürdü…