Hikâyenin Başa Sarmasıdır
- ARALIK 17, 2020
- 0
- 0

Altmışına merdiven dayamış teyze ve amcaların parlak eşofmanlarıyla yürüyüşe çıkacağı, zengin sofralarda maaile kahvaltıların yapılacağı ve kıran kırana maçların oynanacağı güneşli bir pazar günüydü. Onu sabahın erken saatlerinde uyandıran her zamanki gibi üst kattaki komşunun dur dinlemez yaramaz çocukları değil, düşman hatlarını yararcasına penceresinden gözlerinin içine hücum eden güneşin ta kendisiydi. Çok geçmeden yenilgiyi kabul etti, yattığı yerden hafifçe doğruldu ve saate baktı, 9:37’yi gösteriyordu. Üşengeç adımlarla lavaboya gitti, yüzünü yıkadı ve aynadaki sûretine baktı. Neden sonra, dergi için yarına kadar yazı teslim etmesi gerektiğini hatırladı. Oysa o, tek satır dahi yazmamıştı. Alelacele bir şeyler atıştırdı, kendine kahve hazırladı ve bilgisayarının başına geçti; öykü yazacaktı. Parmakları klavye üzerinde, boş beyaz sayfaya uzunca baktı. Tek kelime yazamamıştı hâlâ. Faydası olur umuduyla bir şarkı açtı. Kısa zaman sonra şarkının sözleri beynini tırmalamaya başladı. Durdurdu şarkıyı ve kahvesinden ilk yudumu aldı. Otomobilini tamirhaneye getiren kıza âşık olan bir çırağın hikâyesini yazacaktı. Birkaç cümle yazdıktan sonra durdu, “Çok klasik lan bu! Hem adamlar bunun şarkısını bile yaptı,” dedi ve tereddüt etmeden sildi yazdıklarını.
Bu kez bir otogar sahnesi canlandırdı zihninde: Elinde bavul gören herkesi tâciz eden çığırtkanlar, ayrılmak üzere olan iki sevgili, memleketten gelen büyükanne, çantasını kendisine yastık yapmış bankta uyuyan adam, hediyelik eşya satan dükkânlar ve hep aynı ses tonuyla anons yapan kadın… Kadro tamamdı. Yazmaya başladı:
“Bir kış günüydü. Şehirlerarası terminali her zamanki gibi kaotik ve kasvetliydi. Kimisi bilinmeyen bir yere gitmenin belli belirsiz heyecanı içerisinde, kimisi sevdiğiyle biraz sonra ayrılacak olmanın verdiği hisle mahzun hâldeydi. Bu sessizliği bir çığırtkan, kulakları tırmalayan sesiyle bozdu:
-Abi neresi? İstanbul mu?
-Evet.
-Abime İstanbul kes. Cam kenarı olsun.
-Ama ben başka firma ile gidecektim.
-Hepsi aynı yere gitmiyor mu Allah aşkına! Hem de cam kenarı verdik sana bak.
-Neyse tamam, hiç tartışacak durumda değilim.
Birkaç satır daha yazdı. Beğenmemişti yazdığı öyküyü. Söylene söylene sildi yazdıklarını. Ucuz aşk hikâyeleri, hiç de hüzünlü olmayan ayrılıklar, zengin kız fakir oğlan klişesi ve tam futbolcu olup hayâllerine kavuşacakken ayağını kıran çocuk… İnsanlar böylesi hikâyelerden bıkmıştı. Ümitsiz şekilde başını iki elinin arasına almış kara kara düşünürken aklına güzel bir fikir geldi. Kafasını kaldırdı ve tebessüm etti. Kendisini yazacaktı; yani dergisine yazı yetiştirmek zorunda olan bir adamın hikâyesi… Bu fikir aklına yatmıştı. Sandalyesini düzeltti, yeni bir işe koyulmanın işareti olarak avuçlarını ovuşturdu ve parmaklarını çıtlattı. Kahvesinden keyifle bir yudum daha aldı ve yazmaya koyuldu:
“Altmışına merdiven dayamış…”