Hıdır Çeşmesi
- MART 15, 2019
- 0
- 3

Rüzgârın esintisiyle bir o yana bir bu yana savrulan çamaşırları topladı. Annesinin, uçuşan çamaşırlar arasında kız kardeşi Ayla ile koşuşup durdukları, ilk ebeleninse ceza olarak çamaşırları toplama görevini üstlendiği yılları gözleri yaşlı anlattığı zamanlar yâdına düştü. Katlamaya koyulduğunda, dünya gözüyle görmese de annesinin, anılarıyla yaşattığı teyzesine ne olduğunu düşünüyordu. Aslında tavan arasında bulabilirdi cevabını. Annesine fark ettirmeden yapabilirdi bunu. Önce katlanan çamaşırları ortadan kaldırdı. Annesi, geldiğinde yolunda gitmeyen bir şeyler var hissi duymamalıydı.
Evde ondan başka biri daha varmış gibi sessizce çıktığı merdivenlerin ardından tavan arasına açılan kapıyı iterek heyecanlı bir arayışın içine girdi. Uzun uzun aramak için yeterli vakti olmadığından hızlı hareket etme isteğiyle eli ayağına dolanıyordu. Her yere bakarak zaman kaybedemezdi. Onlarca ıvır zıvırın arasında en köşedeki, içi zarflarla dolu olan derince, saman sarısı bir kutu gözüne ilişti. İçindekileri incelemeye koyulduğunda zarfların üzerindeki isim ve adreslerin yabancı olmadığını gördü. Annesinin, sürdürdüğü ömre dair en ufak bir çağrışım uyandıran ne kadar anısı varsa saklamış olduğunu gördü. Birazdan eline geçenin heyecanla aradığı zarf olduğu muhtemeldi; üzerinde bitişik eğik yazıyla “Ablam Meryem’e” yazılı bir not bulunuyordu.
Alelacele açtığı zarfı dikkatle okumaya koyuldu: “Henüz on yedi yaşındaydım. Sen evlenmiş aşrı köye gelin gitmiştin. Sözlümü askere çağırdıklarını duyunca yıkıldım, daha vakti vardır sanıyorduk. Olur da dönemez diye, daha gitmeden perişan oldum. Mâlum küçük bir köydü bizimki, göz göze de geliyorduk yüz yüze de. Tam da iyiden iyiye gözlerimiz birbirimizi arar olmuştu, alışmıştık. Annem, babam, amcam, yengem hep birden yaşadığımız bu eve sen gittikten sonra da içecek temiz su gelmedi. Hıdır Çeşmesinden kova kova su taşımaya devam ettik. Benim adıma zevkti, onca zahmetli işin arasında bu çocuk oyuncağıydı. Çeşmenin yanı başında biten papatyaların ciğer okşayan kokusunu doya doya içime çekmek için koşarak giderdim. En çok da birini görmek içindi ki, nadiren de olsa görürdüm. O yanımdan geçtiğinde papatyalardan bu yana daha bir yelli rüzgâr eserdi. Başka zaman, başka bir yerde yine gördüğümde onu, aynı koku tütüyordu burnumda. Etrafa baktığımda papatyalara dair tek bir eser yoktu.
“Belli ki cana yakın iki sevgi yüreğimde tanışmıştı.”
Bir zaman sonra elinde ufak tefek bir bavulla, eş dost akraba toplanmış, el öpülmüş, kucaklaşılmış. Vardığımda gözleri, gözlerime bir daha değmeyecek gibi hasretle bakmıştı. Onu son görüşümü böyle hatırlarım. Annesi ardından bir tas su döktüğünde; zaman, o yine gelene kadar öyle hızlı aksın ki, yerdeki su kurumadan burada olsun diye dualar etmiştim. Bir zaman sonra gelen haber, kara bulut gibi çöktü üzerime. O andan itibaren vücudum, ruhum her saniye yaşlanmaya koyuldu. Herkes yaşımın genç olduğunu söyleyip evlenmem, çoluk çocuğa karışmam için ikna etmeye çalıştı. Bense olanca gücümle direttim. İlk defası nasıl olduysa, yüreğim son defa da onu sevsin istedim. Bu nedenle ayaklar altında ezilen, yaprakları haşat edilerek olacak mı olmayacak mı bakılan yahut yuvasından koparılıp bir vazoya hapsedilen papatyalar görürüm diye ürpererek yaşıyorum.
Ablacığım bağışla, yalnızlığı kendine şifa bilenlerden oldum. Herkesten uzakta bir başıma yaşayışım bundandır.
Affına sığınan kardeşin Ayla.”
Okuduğu mektubu usulca katlayıp birkaç dakika oturduğu yerden kıpırdamadı. Başta, bulmayı umduğu buruk bir hikâye olmadığından epeyi sersemlemişti. Bazen hiç görmediği fakat nedense kendine yakın bulduğu, kendinden bir şeyler bulduğu o roman kahramanları için ete kemiğe bürünse de atlayıp boynuna sarılabilsem diye düşündüğü olurdu. Şimdi de teyzesini kendine daha yakın hissediyor onu göresi geliyordu. Hikâyesini bildiğimi bilse, o da kendini bana yakın hisseder miydi? Öyle ki, her yürek kendi öyküsünü taşıyor, posta güvercinlerinin mektupları taşıdığı gibi. İlkinin varış noktası bir başka öykünün vücut bulmuş hâli oluyor. Birazdan kapı çalındı gelen annesi olacaktı. Ona ne olduğunu uzun uzun anlatmak yerine mektubu da alarak kapıya koştu. Açtığında mektubu gören annesiyle, aynı kitabı okumuş iki insanın birbirine duyduğu anlayışla bir müddet bakıştıktan sonra içeri geçtiler.