Dostum, Denizi ve Mehtabı Üzdüğünü Hatırla
- TEMMUZ 17, 2019
- 0
- 7

Bisikletin pedallarına var gücüyle çökerken etrafa gülücükler dağıtıyordu. Hışır hışır eden otların, kendine has sesler çıkaran börtü böceğin içinden, üstünden geçti. Bisikletin üzerinde o da kendine has ıslığıyla türküsünü çığırıyordu yeryüzüne. Tüm zamanların en iyisine dönüşüyordu bahar sonu esintisiyle karışan bu ses.
Gittiği her yolun sonunda o vardı. Bir şekilde tüm yollar ona açılıveriyordu. Karanlığın ufuğunda bir parlak ışıktı sanki, bütün adımların yol bitiminde ümit gibi beliriyordu. İşte yine, yeniden yola düşmüştü ve berrak maviliklere haykırmak için neşesini birazdan bisikletinden inip koştu, koştu.. Az sonra bir insana sarılacakmış gibi koştu. Denizin tam önünde durup kollarını sonuna kadar açtı: “İlk defa burada, seninle vermiştim kararımı. Şimdi gerçek oldu düşlerim yine sana geldim unutur muyum sandın?” Çünkü denizin, mehtabın, güneşin dostları vefasını esirgemezdi, iyi ve kötü gününde ortağı olanlardan.
Denizi ilk defa gördüğünde bir dilek tut derler, muhakkak gerçekleşecektir. Dostundan mahrum kaldığı tek konu bu olsa gerek. “Denizi ilk defa ne zaman görmüştü,” bilemiyordu. Tüm sokaklarınız ona çıkıyorsa eğer ilkler önemini yitirir. Dünyaya ilk bakışınızdan beri yanı başınızda olduğunu düşündüğünüz o şeyi, ilk defa ne zaman gördüğünüzü bilemezsiniz. Gölgenizi ilk defa ne zaman görmüştünüz? İşte, bunu bilemediğiniz gibi.
Bir avuç bebekken ana kucağında, bu mistik havayı soluduğuna emindi. Gözlerindeki yeşil hareler nasıl annesinin genleriyle aktarıldıysa ona, içinde sonsuzluğa dair bir özlem uyandıran maviliklerin sevgisi de öyle aktarılmıştı, biliyordu. Birkaç yaşındayken, dikkat etmezse suyun ona zarar verebileceğini, tecrübe etmişti boğularak. Onu, çok sevdiği denizinden yine çok sevdiği babası kurtarmıştı. Sevdiğinden, sevdiği kurtarmıştı. Bunun için denize küsmedi asla. Her sevgi korkutabilirdi, boğabilirdi. Dizginler ele alınmazsa bertaraf olunabilirdi. Büyüdüğünde anladı bunları. Daha sonra yüzmeyi tam manasıyla öğrenebildi. Yürümek neyse yüzmek de oydu. Aynı anda iki farklı dünyada iki farklı hayat sürer gibi yaşadı.
Biraz daha büyüyüp geldi. Her mevsim uğruyordu. İşine yaradığı müddetçe yanında olunan faydacı bir ilişki değildi bu. Kışın fırtına vururken durdu düşündü. “İçinde olamasam da güzelsin. Yakınında değilken dahi buradasın, gitmemişsin. Dört – beş gün uğrayamadığımda, kendini okyanuslara salmamışsın. Ben burada değilken de sen varsın, var olduğunu bildiğimden toplanıyor tüm cesaretim.”
Daha da büyüdü. Her defasında peşi sıra bir dileğini de getiren bu çocuk yirmi beş yaşında bir delikanlı olarak çıktı karşısına. “Sevgi, korkusuzluk, bağlılık adına senden öğrendiğim ne varsa birine sunmak istiyorum. Kabul ederse yine senden öğrendiğim sonsuzluğu onunla yaşamak istiyorum.” İlkini gerçekleştirirken bundan haberdar olmadığınız bir eylemi her defaya yayarsınız. Tıpkı onun maviliklere yaslandığında tüm güzel dileklerini sunuverdiği gibi.
Bir insana sarılacakmış gibi koştu. Denizin tam önünde durup kollarını sonuna kadar açtı: “İlk defa burada, seninle vermiştim kararımı. Şimdi gerçek oldu düşlerim, yine sana geldim. Unutur muyum sandın?”
Bu defa gitmeden evvel bir iz bırakmak istiyordu. Önceden planladığı gibi kalemini ve kağıdını bir de potkalını çıkardı çantasından. Yazdı:
“Bulunduğun yerden kıpırdamadığın bir günde çiçeklerin, denizin, gökyüzünün sana inat heyecan dolu oluşu canını sıkmadı mı hiç? Her biri elinden tutup seni deli dolu bir dansa davet ediyorken reddedişlerinle onların da ağzının tadını kaçırdığının farkında olamadın mı? Böyle yaparak dostum denizi ve mehtabı üzdüğünü hatırla.”
Kıvırıp potkalın içine koydu tıpasını tıkadı ve muhatabını bulması dileğiyle bıraktı maviliklere.