Ayakları Çıplak Çocuk

Havva Akel
Ayakları Çıplak Çocuk

Ayakları çıplak bir çocuk tanıdım adı Ahmet; yaz kış demeden yağmurda, çamurda, kumda, toprakta, suda, karda hep çıplak ayaklarıyla koşan bir çocuk. Sevimliliğiyle, topaklığıyla, yaşıtlarına göre kısa boyuyla, biraz kıvırcığa çalan saçlarıyla, siyah göz bebeklerini iyice belirginleştiren beyaz göz çevresiyle şirinlik abidesiydi adeta ve istemsizce sarılmak hissi uyandırırdı insana. Bir tek benim değil mahallenin bütün çocuklarının dilindeydi, tüm bu halleriyle. O kadar alışmıştık ki ona bir gün görmesek merak eder olmuştuk. Herkes öyle ya da böyle seviyordu Ahmet’i. Aslında çocuk sevdiriyordu bir şekilde kendini.

Ahmet, neredeyse mahallenin demirbaşı olmuştu. Bir hareketlilik olsa ya olayın tam merkezinde ya da kenarlarda bir yerlerde -seyirci olarak da olsa- mutlaka yer alırdı. Yani Ahmet mahallenin her yerinden her an çıkabilirdi. Bir bakmışsın sokak ortasında top oynar, bir bakmışsın çıplak ayaklarıyla oradan oraya koşardı. Bu arada ailesi için üzerine düşen görevleri fazlasıyla yapardı. Bunların başında da küçücük yaşına rağmen abilik yapmak vardı. Kendinden belki bir yaş küçük kardeşine bayağı da iyi abilik yapıyordu. Elinde küçük bir tas, kardeşi için her gün bir kapı çalar, süt isterdi. Süt vermeyeceklerini düşündüğü evlere küçük kardeşinin elinden tutup gider, “Bak onun için istiyorum.”  der gibi tasını uzanıp geri çevirilmemesini umut ederek beklerdi. Sütü kaptığında da dünyalar onun olurdu. Tüm heyecanıyla evin yolunu tutardı. Ara sıra bu heyecanı bin bir zahmetle aldığı sütün bile dökülmesine sebep olurdu. Ha! Bir de Ahmet paylaşmayı çok severdi ama kendinden olanı değil! Biri ona bir şey verdi mi, hele bu yiyecekse elinden almak için akla karayı seçmeniz gerekirdi ki bu bile uzunca bir uğraş demekti. Ahmet vermek yerine başka bir taktik geliştirmişti. Şöyle ki, eline bir iki şeker tutuştur, yanında kardeşleri yoksa gider onları  alır gelir, onlar yanındaysa başka çocukları bulup getirir, onlara da şeker isterdi. Böylece elindeki şekerlerden olmadan başkalarına da şeker vermiş olurdu. Sonra çıplak ayaklarla koşuş başka bir kapıya olurdu.

Ayakları çıplaktı Ahmet’in. Onu her ne kadar yeni gıcır gıcır ayakkabılar içinde görmeyi istesem de düşüncelerde kalırdı bu isteğim. Hayal bile edemezdim: Ayakkabılar ve Ahmet! Ara sıra rüyalarıma bile girerdi bu fikirle. Ama rüyalarımda da çıplak ayakla koşardı hep. Çıplak ayaklarla koşmak mı yakışıyordu Ahmet’e, yoksa ayakkabılar mı hiç yakışmıyordu; çözemiyordum o zamanlar. Yoksa Ahmet mi reddediyordu ayakkabıları?

Neden çıplaktı ayakları Ahmet’in? Yaşadığı bütün zorluklara rağmen inadına koşmak, özgürlüğe koşmak isterken ayakkabılar mı ağır gelmişti küçük bedenine? Neden zulmediyordu bir karış bile olmayan ayaklarına? Çakıla, taşa, dikene basa basa yara bere olmuştu ayakları. Kan akıta akıta Ahmet kendine bir yol mu tutuyordu? Esareti mi ayakkabılarındaydı, yoksa geride bıraktıkları mı topraktaydı? Yani Ahmet, özgürlüğü hissetmek için mi ayakkabı giymiyordu; toprağa dakunabilmek için mi? Ama hangi toprak? Hangi topraktı ki Ahmet bu topraktan ayrı düşmüştü? Gerçek bu muydu: Ahmet toprağını bilmiyordu! Çıplak ayaklarıyla belki de kendi toprağını arıyordu. Topraksız olmak, yok olmaya mahkum olmaktı, sahi şimdi Ahmet’e ne oldu?

Evini yolunu yurdunu bilmeden oradan oraya sürüklenirken bir ara mahallemizden geçen ayakları çıplak çocuğun hikayesiydi bu. Kızgınlıkla vicdanı kol kola gezdirmeyi gizliden gizliye bize öğreten Ahmet’in hikayesi. Yaşadıklarına hem çok üzüldüğüm, hem de çok sinirlendiğim; bazen de gözyaşlarımı tutamadığım,  bedeni küçük, yaşadıkları büyük bir çocuğun hikayesi. Kısa bir süre için hayatımızda yer etmişti oysa. Ama izi hala dün gibi aramızda. Neydi onu içimden söküp atamamamın sebebi? Bana bu kadar dokunan neydi? Ne kadar büyük acılar yaşasa da hüzün dolu bakışlarının arasına sıkışmış masumiyet kokan gülüşleri mi?

Bir gün derdim, bir gün Ahmet’ in hikayesini yazmalıyım. Yaşadıklarını anlatmalıyım. Gerçekleri biraz saptırıp mutlu bir sona bağlamalıyım. En azından hikayelerde mutlu olsun Ahmet. Yaşından büyük acılarını bir balon kadar hafifletebilirdim, belki hikayelerde ama nerde!

Bu içeriğe emoji ile tepki ver
12 kullanıcı tepki verdi
Bunlar da ilginizi çekebilir
Benzer yazıları okuyabilirsiniz.
 
Hikâyenin Başa Sarmasıdır
  • ARALIK 17, 2020
  • 833 görüntülenme
 
Gayya Kuyusunda Aşk
  • AĞUSTOS 23, 2020
  • 1205 görüntülenme
0 Yorum
Yorumları okuyabilir ve cevaplayabilirsiniz.

Yorum Yazın
E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlendi.