Yetişkinler İçin Bir Masal: Çizgili Pijamalı Çocuk
- TEMMUZ 22, 2019
- 0
- 0

Yetişkinler için masal, olarak tarif edilebilen kitaplardan “Çizgili Pijamalı Çocuk”, 2006 yılında yazar John Boyne tarafından kaleme alındı. George Orwell’in Hayvan Çiftliği de küçük yaştaki okurlar tarafından okunabilmesinin yanı sıra yetişkinlere daha fazla düşünce derinliği kazandıran eserlerdendi ama Çizgili Pijamalı Çocuk, muadillerinden oldukça farklı. Boyne, kitabın başında okuyucuya Guillermo Del Toro filmlerinin açtığı gibi bir pencere aralıyor. [Yalnız eserin sonunda izleyiciye sunulduğu gibi okuyucuya bırakılan bir son yok.] Anlatı, 9 yaşındaki Bruno’yla hareket ediyor, dünyaya onun gözüyle bakıyor ama okuyucuyu üçüncü tekil şahıs olarak olayları değerlendirmekten alıkoymuyor.
Yolculuk hikâyesiyle başlayan kitap; beş katlı ev, hizmetçiler, şımarık çocuklar ve telaşlı anne tablosu çiziyor. Satır aralarında geçen baba figürü ve mesleğiyle ilgili ipuçları gizlense de, tıpkı olaylar gibi Bruno’nun gözüyle sınırlandığı için bu gidiş; Berlin’den, çocukluk arkadaşlarından, okuldan ayrılıkla tarif ediliyor. Outwith’teki yeni ev ise diğerine nazaran küçük [üç katlı, Bruno sürekli bundan şikâyet ediyor ve haliyle arkadaş edinemeyişinden yakınıyor], ıssız ve kısa zaman için gizemli kalmaya devam ediyor. Küçük çocuğun şikâyetleriyle ilgili olarak babayla ilk diyaloğu ise eserin konusunu netliğe kavuşturuyor.
“Kapıyı açtı ve baba onu bir an geri çağırdı; sanki bir şey söylemeyi unutmuş gibi durup bir kaşını kaldırdı. Bruno, babanın bu işareti yaptığı anı hatırladı ve onu tam olarak taklit edip cümleyi söyledi.
İki ayağını birleştirdi. Sağ elini havaya kaldırdı, sonra topuklarını birbirine çarpıp olabildiğince derin ve açık bir sesle – becerebildiği kadar, babası gibi- bir askerin yanından ayrılırken hep söylediği sözcükleri tekrarladı.
“Heil Hitler!” dedi, ona göre şimdilik bunun anlamı “hoşça kal” veya “iyi günler” demenin başka şekliydi”
Yine bu ana kadar birkaç yerde adı geçen Fury’nin aslında roman boyunca Adolf Hitler’in temsili karakteri olduğu anlaşılıyor. Soykırım romanı hüviyetini de alan Çizgili Pijamalı Çocuk, esasında Bruno’nun kaldığı evin üst katından izlediği, tel örgülerin öteki yakasındaki insanların hepsi. Aralarında çocukların olduğunu da düşünüyor Bruno; onlarla oynamak, koşmak ve eğlenmek istiyor ama neden ayrı tutulduklarını sorgulama konusunda çok ısrarcı değil. Yani bu noktada eser, standart bir Alman ailesinin Nazi zulmüne yaklaşımını da sorgular nitelikte. [Bu arada Boyne İrlandalı. İrlandalıları severim.] Kız kardeş Gretel, babasının teğmenlerinden birine kur yapmakla meşgul, hatta onun tayiniyle dünyayla münasebetini neredeyse koparıyor; anne içinse baba, rejimin aile içerisindeki vücut bulmuş hâli, itaatkâr, eserin sonlarına doğru yalnızca çocuklarını koruma iç güdüsüyle inisiyatif alabiliyor ve Berlin’e dönmek istiyor. Baba hem davranışlarından, hem de konuşmalarından anlaşılana göre gururlu bir asker olarak yalnızca görevini yerine getirme ve bu vesileyle terfi alma peşinde. [Kısım kısım Bruno’nun babası, annesi tarafından hırslı olarak anılıyor. Burada akla hemen Nazi subayı Adolf Eichmann İsrail’de çıkarıldığı mahkemede, ben sadece emirleri yerine getirdiğim, diyerek kendini savunması gelebilir. Daha fazla bilgi için bakınız; Kötülüğün Sıradanlığı, Hannah Arendt] Bu bağlamda Bruno’nun niyeti gayet masum kalıyor elbette; savaşın ortasında, olan bitenden habersiz, sadece arkadaş edinmek.
Devamında tel örgülerle ayrılan kısmın ucuna kadar giden Bruno, orada bulunan çocuklardan biriyle tanışır. Yeni arkadaşının esareti ve kimliği, daha o yaşta bir çocuk için – Heil Hitler, demesi gibi – herhangi bir anlam ifade etmemektedir. İsmi Schumel olan yeni arkadaşının da olaylara bakışı Bruno’dan farksız. Örneğin savaş öncesinde de Yahudilere zorunlu tutulan Davut Yıldızı kolluğu ile ilgili olarak aralarında şöyle bir konuşma geçiyor;
“Bana kimse bir kol bandı vermedi, dedi Bruno.”
“Ama ben hiç takmak istemedim ki,” dedi Schumel.
“Fark etmez,” dedi Bruno, “Ben bir tane isterdim sanırım.”
Berlin’den babasının mesleği nedeniyle Outwith’e gelen Bruno ile Polonya’daki evinden polis zoruyla koparılarak kampa tıkılan Schumel’in hikâyesi, her iki çocuk için de aynı nitelikte. Neticede Schumel de Bruno gibi taşıdığı kimliğin dünyadaki karşılığından habersiz. Hatta kitabın ana karakteri Bruno, çocukluğu gereği gerçeklikten yalıtılmışlığını, büyükannesinin ölümüyle bir adım öteye taşıyor ve yalnızca yılbaşlarında sergiledikleri aile içi gösteriyi bir daha yapamayacakları için üzülüyor. Cenazeye Fury’nin çelenk göndermesinin baba için gurur meselesi haline gelmesi ama anne için sıradan bir olay olması, ailenin Nazi rejimi hakkındaki tavrını belli ediyor. Dönemin netliğini okuyucuya yansıtmasının ardından, sonuna kadar kimliklerinden bihaber Bruno ile Schumel’in arkadaşlığının inşası ve gelişimi üzerinden kurgulanan eser, söz konusu ilişkiyi bazen Bruno’nun kimsesizliği, bazen Schumel’in yeni arkadaşının ona getirdiği yiyeceklere muhtaç olmasıyla kök salıyor. Schumel, kamptaki işkenceyi doğal olarak askerlere bağlarken, Bruno asker olan babasının koruma içgüdüsüyle zaman zaman itiraz ediyor.
“İyi asker diye bir şey yoktur,” dedi tekrarladı Schumel.
“Baba dışında,” diye tekrarladı Bruno, Schumel’in ısrar etmeyeceğini umuyordu.
Ve öyle bir gün geliyor ki, Bruno dostu gibi çizgili pijama giymeye özeniyor. Gerçek hayattan kopuk, kendi hayal dünyasında kurduğu küçük oyunlar içinde yaşayan bir çocuk için, hakkında hiçbir fikri olmadığı tel örgülerin ardına geçme isteği, aralarındaki sınıf farkını ortadan kaldırarak, çatışmazlık içinde yaşamak olarak görülebilir. Lakin bunu neyin pahasına göze aldığı da değerlendirmenin dışında kalıyor; zira Bruno ne ölümün, ne yaşamın, ne de gerçeğin farkında.