Mustafa Akar’ın Gezegen’in Tamahkâr Çocukları’ndan 17 Alıntı
- MAYIS 21, 2019
- 0
- 0

Kasımpatı, müşkülüm, zülfüarus…
Gecenin koyu ıssızlığına çiçek adları veriyor Necati. “Mutluluk” diyorum Necati’ye, “aklıma hep limandan ayrılan bir gemi silüeti getiriyor.” Gemi, motorlarını çalıştırıp uzak denizlere doğru hareket ediyor ve işte mutluluk dediğimiz şey de geminin limandan çıkana kadar geçirdiği o kısacık süre. (s.10)
“O kadar gerideyiz ki, kalkınmadan nasıl olacak?” diyor Necati.
“Kalkındığımızda senin Anadol pikabın en kalkınmamış şey olacak ve sonunda arası samanla doldurulmuş kaputu eşeklere yem olacak.”
“Ölürüm de Şahin almam!”
“Mesele tam da burada parlıyor,” diyorum. “Anadol’la ve Feyruz’la senin aranda bir yakınlık var. Çok kalkınırsak o yakınlık yetmeyecek, başka şeylere de yakın olmak isteyeceksin. Anadol’u Şahin’le, Feyruz’u Loreena McKennit’le değiştireceksin.” (s.11)
Siddartha hayat ırmağına hayretle bakarken bilge salcı, elini usulca Siddartha’nın sırtına dokundurur ve “Artık bilensin, peki şimdi?” der… (s.13)
Bazı insanlar ortama anlatılamaz bir etki bırakırlar. Sanki her şey onları memnun etmek için yapılır hale gelir. Herkes ona ayak uydurmak zorundadır. O olmadığı zaman da bütün planlar eksik, biraz yarım kalır ve bu insanlar hemen her zaman kaybedenlerden olurlar; çünkü ancak kaybedenlerin anlatılacak hikâyesi vardır. (s.15)
Birisinin sohbeti size kendinize rastlama imkânını sunuyorsa onun ellerine yapışın. (s.18)
(…) bilen bilir, yazmak bazen silmek demektir. (s.21)
Yağmur toprağa yağar, insan da yeryüzüne yağmıştır. İnsana müteallik mevzuları konuşurken yağmur halinde yeryüzüne yağmamızı konuşmuyorsak eğer hata etmiş oluruz. İnsanlık, ötelerden kaçırılmış bir düşüncenin dünyada hayat bulması halinde ortaya çıkmış bir şey değildir. İnsan, yeryüzüne tıpkı yağmur gibi fırlatılmıştır. Ve halen de yağmaktadır; bir oluşu yağar insan, yağdıkça oluşur fakat yeryüzüne her değişte farklılaşır. (s.21)
Tolstoy, İnsan Ne İle Yaşar’da bana bir hikâye anlatmıştı. Evet, bana anlatmıştı. Sevdiğim yazarların yalnız benim için yazdığını düşünürüm öteden beri. (s.23)
İlk kahramanım, bana babaannemin olağanüstü bir canlı gibi anlattığı fındık ağaçlarıydı. Eski insanlar işte. Onların kahramanları bile gayet doğaldı. Sonra birçok hikâye buldum kendime, birçok kahramanın çaylağı olmayı beceremediğimden, en sonunda kendi masalımdaki kahramanı öldürdüm. Bir kahraman söyleyin bana, masalın tam da ortasında, hikâyenin en can alıcı yerinde ölmeyi göze alacak ha? (s.24)
İnsan nereye gitse gurbettedir.
İnsanın kendini izlediği farkındalık aynasında bazen hayat, ölümcül bir sıkıntıda söylenmiş eski şarkılar gibidir.
Evinden çıkarken sanki ana rahminden çıkıyorsundur her keresinde. Gittiği her yere, korunaklı bir rahim örmek, en keyif aldığın mesleğindir. İşyerindeki masana tanımadığın biri oturunca kızarsın, kazağının aynısını başkasında gördüğünde, taktığın saat başka kolda takılıyken, aklına takılan yine aynı şeydir, dokunduğun tüm nesneleri kendileştirmek tehlikesi.
Oysa neyi seversen sev, senden ayrılacaktır. (s.31)
Senin falında çıkan mutlu haber, karşında bilmem kaç liraya fal bakan kişiye gitmez niyeyse. Bundan mıdır bilmem, falcı erkekler görüntü olarak dişileşirken, falcı kadınlar da erkekleşmiştir. Herhalde kendini gelecekten veya geçmişten haber veriyor sanmanın bedeli olarak normallikten vazgeçişin sonucudur bu. (s.31)
Bilginin yerini ezberler almaya başladığından beridir kalabalıklar kötü niyetlidir. (s.32)
Oysa kur akışı ve doların dalgalanmasına bırakılmıştır aşk. (s.33)
(…) insanın cesaretini kıracak kadar güzeldi. (s.41)
Aşk, insana rutubetin duvara işlemesi gibi işler. Önce fark edemezsin, sonra duvardaki rutubet lekeleri yavaş yavaş görünür olur. Evin duvarlarını boyarsın bir gün. Ama boya sadece rutubetin üzerini örter, onu ortadan kaldıramaz. (s.43)
(…) “Bir kadınla üç şey yapabilirsin, ya onu seversin, ya onun için acı çekersin ya da onu yazarsın.” (s.45)
Bazı güzel rüyalar ihtiyaç duyulduğunda alınıp verilebilmeli. (s.69)