Yolunu Seçmek
- MAYIS 16, 2019
- 0
- 1
Yeni bir yola çıkarken ne kadar çok düşünüyoruz öyle değil mi? Yaşayabileceğimiz değişimler bizi kaskatı hâle getiriyor, iyi mi olacak kötü mü sorusuyla baş başa kalıyoruz. Hayatımızda riske girememekten kaybediyoruz belki de çoğu güzelliği, onlarca fırsatı. Hayal kurarken hissettiğimiz o kusursuzluğu bulamamaktan çekiniyoruz. Kusurların içindeki düzenin mükemmelliğini görmekten aciz, faaliyete geçmeden oturuyoruz.
İnsan birçok hayata dokunabilir. Dokunduğu hayatları göklere çıkarabilir, yerin dibine köşkler de inşa edebilir ama kendi yaşamına dokunmalıdır önce. Nefes aldığı bu bedeni görmek istediği yere götürmek de elindedir, yapabileceğinin en iyisini yapmaktan onu mahrum bırakmak da. Seçimlerimiz belirliyor bu süreci. Yıllar sonra yanımızda kimin olacağını, hangi denizin içinde yüzeceğimizi, hangi şehrin manzarasına karşı sohbet edeceğimizi. Ne için çabalamayı seçersek onun için geçiyoruz yokuşlardan.
Cesaretini toplamak zor olabilir. Korkusuz olmanın yolu yine zıt olanından, korkudan geçiyor. Tecrübe ettiğimiz yenilgiler kırıyor gücümüzü. Onları sevebilmeyi öğrendiğimizde özgürleşebileceğiz ama tutsak kalmak alışkanlık olduğu takdirde yeni bir gün hayali çok uzakta duruyor tüm bu bedenlere. Oysaki, zor dediklerimiz kolaylaşır günün birinde. Biz zoru seçtikçe, onu istedikçe alabildiğimizi göreceğiz. İş yerinde, okulda, arkadaşlarımızla olduğumuz herhangi bir vakitte susmadan, istikrarla ifademizi kuvvetlendirdiğimizde dinleyenimiz olacak. Anlattıklarımız ışık olacak.
Yara aldıkça büyüyoruz. Kendi gözümüzde küçülüyor gibi dursak da evren bizi ıskalamaz oluyor. Bizi görmeye başlıyor çünkü acının gözyaşları tenimize nüfûz etti bir kere. Kabullendiklerimizle, dilediğimiz değişimin meyveleriyle, gök kuşağı öncesi yağmurun bıraktığı kokunun tarifiyle… Yerimizi buluyor isyanımızı dinginleştiren olaylar. Birer merhem kılığında yaramıza sarılıyor. Acı ancak böyle olduğuna inandığımızda anlam kazanıyor. Ağladığımızda, gözlerimizin altı morardığında, omuzlarımızı düşürüp yüzümüzü astığımızda kalbimize iniyor. Acıdan beslenmek, zor ama iyileştirici olandan kaçmak demek. Acıya yaslanmak, ruhunu zincirlere teslim etmek demek.
Eğer özgürleşeceksek fikren, manen ve bedenen o zaman fark etmeliyiz hayatın cilvesini. Karanlık sokaklardan geçeceğimizi, içimize su serpmek için yalanlara kandığımızı. Fark etmeliyiz inandığımız gerçeklerin bazılarının bizi dibe çekmek için olduğunu. Kendi doğrularımıza güvenmeyi öğrenmeliyiz. İnsanlar gider, insanlar kalır, boşluklar hiçbir zaman açık kalmaz. Biz onları açarız, biz onları gelmeyeceğini düşündüğümüz kişiler için her hafta temizler, yerlerini hazırlarız. Sanki bir gece ansızın geri gelip orada uyuyacaklarmış gibi. Sanki bir sabah kahvaltıyı o eski yerde yapacakmışız gibi. İhtimal varsa, onu alın ve yerine götürün. Eğer istiyorsa daha fazla yabancı hissetmesin dışarıda. Ama değiştireceksek bugünü, başlamalıyız bir yerden. Çevremizden, sözcüklerimizden, aşka olan bakışımızdan. Sevgiye inanıp büyütmeliyiz onu gönlümüzün pınarlarında. Masum, saf bir su gibidir onun göstereceği yaşantı. Gözleriniz kapalı, ellerinizin götürdüğü tuşlara basarak piyano çalmak gibidir.
Vazgeçmek her zaman kötü değildir. Yeni, her zaman iyi olmadığı gibi her zaman kötü de değildir. Emin olduğunuzu koyun yanı başınıza. Sizi yıpratanın yerine biraz bile olsa gülümsetecek olana koyun elinizi. Belki de çürüten bizi, yenildiklerimizden kopamamaktır. Belki de yok eden bizi, onlara yenilmeye doyamamaktır.
Acı mı, sevgi mi? Gözyaşı mı, kahkaha mı? İnsan, feragat eder kendi hayatından onun içini kemirenler uğruna. İnsanı taşıyan, cevaplayacağı bu iki sorudan ibarettir aslında. Şimdi gözlerinizi kapatın. Mutlulukla mısınız? Kederin koynunda bir uykuda mı?