Tutkusuz Tutkunlar
- TEMMUZ 26, 2019
- 5
- 1

İnsan hasta olarak doğar ve bir ömür iyileşmenin yollarını arar. İyileşmeye yaklaştığı, ağrılarının azaldığı dönemleri olur ve bunlara mutluluk adını verir. Şekillendirip büyüttüğü mutluluğu tam anlamıyla iyileşmesine yardımcı olmaz çünkü tanışmadığımız bir öğretmene vermekle yükümlü olduğumuz bir sınavın içindeyizdir. Bu sınav, dibi görünmeyen bir okyanusa benzer. Doğumla birlikte ilk arzu, doyma isteğidir; ne yaptığı hakkında herhangi bir fikri yokmuş gibi görünse de insanın ilk amacı bellidir: Hayatta kalmak!
İstekler alışkanlıklara dönüşene kadar sorun yoktur, dönüşüm bağımlılığa yol açtığında insan zayıflar ve her zayıflık yalanla sürdürür varlığını. Bebekler annelerine bağımlı olarak gelir dünyaya, zamanla etrafını gözlemleyip tanıdıkça kendi ihtiyaçlarını karşılamayı öğrenir; ne denli ufak bir zaferdir bu, ne denli bağımlı bir başlangıç… Sevgi tohumlarının ekilmesi gereken yaşlarda sizi birtakım şeylerle meşgul etmeye çalışırlar, büyüklerin hayati işleri sırasında onlara engel olmamanız için yapılır bunlar. Her zaman belli kalıplara göre şekillenmenizi, kabul görmenizi isterler. Büyüdükçe yeşeren, özgüven eksikliği ve mutsuzluktur. Bu gibi bunalımlardan kaçmak adına bazı adımlar atarız, kendi ruhumuz dışında her şeye yatırım yaparız ve sonunda toplumda aynılaşan kalabalığa gireriz. İhtiyaçlar ilk zamanlar aynıyken büyüdükçe cinsiyet kavramı girer araya, burada mantıksal açıdan akla uygun gelmeyen tutumlara maruz kalırız. Ebeveynler çocuklarıyla gurur duymak ister, bu isteği tatmak adına yine zorunlu tercihler yaptırırlar onlara, zamanla tamamen benliğinin kontrolü elinden alınan birey, hissizleşir ve duygusuzlaşır. Bu ilişkilere yansır, ilişkiler de topluma… Aslında size kim olmanız gerektiğini söyleyen toplum, çoğunlukla yanlış karar alınmış insanlardan oluşur. Toplum der ki; kızlar mücevher gibidir korunmalı ve saklanmalı, erkekler özgür ve güçlüdür bastırılmamalı. Böylesine eşit olmayan bir yaklaşım toplumun gerilemesine sebep olur. Samimiyetini kaybeder ve maskelerle devam ederler yollarına. İlişkilerin asıl amacı karşılıklı ihtiyaçları gidermektir. Bir araya gelen iki insan zamanla ayrıştırılmış ihtiyaçlarını karşılamak adına katlanır birbirine, sevgi aynı çocukluğunda olduğu gibi ikinci plandadır. Yine toplumun karar verdiği namus, edep, haya kavramları kadına dayatılır, erkek bu sorumlulukları üzerine almaz, sadece belli konularda yine kadınlar üzerinden üstlenir sorumluluğu ve bunun sonucu da kadın cinayetleridir. Yani toplumun uygun gördüğü koşullarda bir araya gelen insanlar yine toplumun belirlediği kavramlara göre hareket ederler. Bu kabulleniş, bencil olduğumuz gerçeğini değiştirmez.
Yanımızda olmasını istediğimiz insanları beğenilerimize göre seçeriz, olmadık yerlerde olmadık gururlar yapar, oyunlar oynar, ihtiyaçlarımızı karşılayıp egomuzu doyurana kadar sürdürürüz oyunumuzu ve buna aşk adını veririz. Ancak derinlemesine incelendiği zaman aşk, bundan çok daha fazlası, çölün ortasıdır. Bu ifade biçimini anlamak, tecrübe ile sabit inceliklerle bağlantılıdır. Bir insanı başka bir insanın menzilinde tutan bu çekime 17. yüzyılda Newton yerçekimi, günümüz toplumu gereklilik, doğruluktan ayrılmayan kaynaklarımız da bencillik adını verir. Zira yazılan, bestelenen ve çizilen birçok şey aşk adı altında insanda duygusal bir tokluk hissi uyandırmayı amaçlayarak yaratıldı. Her zaman insan bilincinin derinliklerine inşa edilmek istenen mesaj: Bak arkadaş! Dünya savaş ve yoksulluktan ibaret, hakkın da yeniyor ama hadi sen aşka düş, düşler denizini geç, romantik kıyılara çıkınca haber ver; biz gelip masalsı aşkına sonsuza kadar mutlu yaşadı onayını verip yeni Leylalar ve Mecnunlar aramaya gideceğizdir. Doğru kişiyi toplum belirler ve sen onu arzularsın. Sorunlu yaşamının ortasında yalnızlığına merhem misali, bulduğunda övgüyle bakarsın aynaya, bulamadığında kaderine isyan edersin çünkü sana göre başarısızlık asla senden kaynaklı değil, yazgınla alakalıdır. Düşünüyorum da eğer dünyaya kendimize bakabilecek şekilde gelmiş olsaydık ve ilk başından beri birine ihtiyaç duymasak bağlılık kavramını yine bulur sonra da başkalarında arar mıydık?
Egomuzu doyurana kadar oyunlar oynar ve buna aşk deriz 🙂
Bu düşünce kimine göre doğru kimine göre yanlış,Aslında aşk dediğimiz ihtiyaç için değil de diğer yarını bulduğun da birbirini tamamlayıp sımsıkı tutunduğun parçandır Tıpkı gözlerin onu gördüğün de yüreğine doğru sinyaller gönderdiği gibi …
Yanlış mıyım zeynep hanım …
Yanlışsınız demek yanlış olur. Fakat siz diğer yarınızı bulma ihtimalinden bahsettiğiniz zaman ‘eksik’ olduğunuzu istemeden kabul etmiş oluyorsunuz ve bana kalırsa insan, içinde sinyallerin olduğu bir makine değildir. Hepsi bizim abartmamız…
Aşk için söylenecek çok fazla şeyde var susacak da.. Ama şunu bilin ki aşk ihtimal ise onu beklemekk bile güzeldir …
????