Senden Laf Açılınca Burada
- ARALIK 1, 2018
- 0
- 0

Haydi, biraz senden bahsedelim, insan olan senden, saf benliğine neler olduğundan… Ve şimdilik senin adın “Bayık” olsun.
Sevgili Bayık, kendini bildiğin günden beri bir şeyler için koşuyorsun, neye ulaşacağını bilmeden ya da en doğru şekilde söyleyecek olursam, “neye ulaşmak istediğini bilmeden.” Seninle aynı yollarda koşan ama asla aynı yere ulaşamadığınız bir sürü insan olduğunu gördün değil mi? İşte Bayık, hayatta en önemli yere geldin. Bu noktada o kalabalığın oluşturduğu bazı kurallar gereği kendine bir varış noktası belirledin ya da belirlemek zorunda kaldın. Bundan sonraki hayatının seyrini tam olarak burada belirledin Bayıkcım. Benliğinin özgürlüğünü, ruhunun saflığını, doğanı burada taciz etmeye başladın çünkü bundan sonra başlıyorsun yalnızca “yapılması gerekenleri” yapmaya. Bu hayatta amacın sadece yapılması gerekenleri yapmak ve senin için çizilen yolda belirlenen hedefe doğru ilerlemek.
Tam da burada kaybettin sen, yalnızca senin zannettiğin o hayatını. Tam da burada yitirdin yaşamayı Bayık.
Oysa ki yaşamak, bu melankolik ve sorgulayıcı cümleler kadar standart görünürken bir o kadar da anlamlı olan tek eylemindi hayatta. Sen bunu unuttun Bayık. Bu boşuna ve nedensiz geçip giden zamanın neresinde durup kendini dinledin? Hayata geldiğinde kendini tanıyacağın anda karşılaştığın kalabalığa kapıldığın zamandan beri kulakların tıkalı. Günübirlik ve suni bir akış içine girdin ama kulakların tıkalı olsa dahi insanın bazen o akışa direnmeye ihtiyacı olduğunu görmelisin Bayık. Bu hikâyede senin ihtiyaç duyduğun direnişin amacı yitirdiğin yaşamı tekrar kendi ellerine almak. Bunun için ise kendine ihtiyacın var, direnişinin hammaddesi sensin. Şimdi yansıttığın zevahirin aksine içinde neler olduğunu düşün. Bunları başkalarının dinlemesini boş ver çünkü saf benliğe ait hisler bazen içerde kalmalı ve yalnızca sen duymalısın. Belki de kalem ile kâğıt arasındaki fısıltılarda kalmalı.
Hayatın bir diğer adı da yorulmaktır ya, sen o yorgunluğu kabul et ve Bayık olmaktan vazgeç. Bu kapıldığın kalabalıkta sana verilen kalıpların altında yaşadığın sunilikte yorulmak kaçınılmaz. Aynı zamanda kişinin ihtiyaç duyunca aradığı şeyin binlerce çeşidi var. Sen Bayık, o çeşitleri düşündükçe kendini koca bir giriftin içerisinde hissediyor ve ihtiyaç duyduğun şeyden vazgeçiyorsun. Yaşamını alışkanlıktan ve iyiyimcilerden oluşan bir kitleye dâhil olarak geçiriyorsun çünkü bir kitlen olmazsa yalnızsın. Öyle sanıyorsun, yine yanlış yapıyorsun Bayık. Aslında kendine kulaklarını açtığında, karanfillerle dolu bir bahçede nereden geldiği ve ne olduğu belli olmayan bir yabani ot gibi hissetmeli insan. İşte tam da o hissin varlığı içini sardığı an sen yaşıyorsun. Her insanın berceste olduğu, farklı olduğu o gerçekle yüz yüzesin artık.
Bayık’ın kayıp yaşamı o yalnız otun tahayyülünde. O kalabalığın içinde yabancı gelen ot ezelden tanıdık…
İşte Bayık sana bunları anlatırken şöyle hissettim: Rüzgar evimin duvarlarını taciz ediyor. Sinirli bir insan kalabalığı gibi saldırıyor. Duvarlarım yıkılmayacak kadar sağlam ama duvar ya. Destek olmam lazım, onu sağlamlaştırmam için yapmak zorunda olduğum şeyler var. Bu yüzden bazen savunmaktan, dik durmaktan yorgun düşüyorum. Çelimsizleşiyorum. Çünkü her gün çabalamama ve yorulmama rağmen o odanın içinde kalmaya devam ediyorum. Ve aslında yaptıklarım da o odanın içinde kalabilmek için gereken şeyler. Tam güçsüzleştiğim anda hiçbir zaman çıkamayacağımı, her gün aynı savunmayı yapacağımı düşünüyorum. İşte asıl korkutan bu oluyor bayık. O odada olmak değil, her gün aynı savunmalardan yorgun düşmek değil, o odadan asla çıkamayacak olmak. Vaktinde yakalayamamak yaşamı. Ve bitmek…
Bu yüzden en çok kendini dinle Bayık. Az konuş ve hep dinle. Ne yaparsan yap, en çok kendini dinle. Kalem ile kâğıt arasındaki fısıltılara kulak vermeyi asla ihmal etme. Kendine iyi bak Bayık, kendine iyi bak.