Sanat Tarihini Değiştiren Bir Pisuvar
- EYLÜL 7, 2020
- 0
- 0

20. yüzyılın başlarında yenilikçi bir sanat akımı olarak Avrupa’da ortaya çıkan Dadaizm, diğer sanat akımlarına göre ismini bu sanatı oluşturan sanatçıların taktığı tek hareket oldu. Oysaki çoğu sanat akımının isim babası eleştirmenlerin oluşturduğu bir grup tarafından alay konusu edilerek karşılanıyordu. Aslında onları tamamen farklı kılan yarattıkları akıma kendilerinin koyduğu isim değildi. Zaten ismin ortaya çıkışı Şair Tristan Tzara’nın Larousse sözlüğünden rastgele bir sayfa açarak bulduğu Dada sözcüğüne dayanıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinin sanatta da kendisini göstermesiyle birlikte bu akımın amacı modern dünyanın anlamsızlığıyla dalga geçmek oldu. Çünkü pek çok Dadaist’e göre ulusal ve sömürgeci çıkarlar savaşın ana sebebini oluşturuyordu. Onların amaçları parçalamak ve aykırı şeyler yaratarak tepki göstermekti. Aslında Dada bir sanat değildi. Toplumda kabul görmüş sanat ne anlam ifade ediyorsa, Dadaizm tam da bunun tersini savunuyordu. Sanat estetikle ilgilenirken Dada estetiği umursamıyor, hoşa gitmeyi amaçlayan sanat akımlarının karşısında onlar rahatsız etmeyi planlıyordu. Bir sanat akımından öte, sanatı kullanarak protesto niteliği taşıyorlardı. Dadacılara göre, yapıtlarının sanat olması için sanatçısının onun sanat olduğunu bilmesi yeterliydi. Yani ortaya çıkacak olan eserin biçiminin, konusunun, işleyişinin veya vereceği hazzın hiçbir önemi yoktu.
İşte bu akımın öncülerinden Marcel Duchamp’ın ortaya koyduğu seramik bir pisuvar dönemin sanatla ilgilenen çevrelerinde büyük bir şaşkınlık ve etki yarattı. Filmi başa saracak olursak olay tam olarak şöyle gelişti; tarihler 1917’yi gösterdiğinde aralarında Fransız ressam Marcel Duchamp’ın da bulunduğu bir grup sanatçı, “Bağımsız Sanatçılar” adıyla bir dernek kurdu. Derneğin faaliyete geçmesinin hemen ardından büyük bir sergi düzenleneceğinin duyurusu yapıldı. Bu sergiyi diğer sergilerden ayıran şey ise, “Jüri yok, ödül yok” sloganıyla öne çıkıyor olmasıydı. Afişte yer alan bilgilere göre, sergiye gönderilecek tüm sanat eserleri hiçbir jüri değerlendirmesine tabi tutulmadan alfabetik sıraya göre sergilenecekti. Bunu gören Duchamp eserini hazırlamak için bir nalbur dükkânının yolunu tuttu. Gözüne kestirdiği bir pisuvarı satın alarak alt köşesine “R.Mutt” adıyla imzasını ekledi ve sergiye gönderdi. Fransız ressam bu hareketiyle pisuvara imza atmaktan ve ona Fountain (Çeşme) adını koymaktan başka hiçbir şey yapmamıştı. Serginin açılış günü geldiğinde ise, 1.235 sanatçı tarafından gönderilen yaklaşık 2.125 sanat eseri içerisinde reddedilen tek bir sanat eseri vardı; Fountain. Sergi komitesi afişte verdiği sözü tutmamış ve Fountain’in bir sanat eseri olmadığını söyledi. Dolayısıyla geri çevrilen eser, dönemin Dadaistleri tarafından tepkiyle karşılandı ve Duschamp, Bağımsız Sanatçılar Derneği’nin yönetim kurulundaki görevinden istifa etti.
Peki, 2004 yılında tam 500 sanatçının imzasıyla 20. Yüzyılın en etkili eseri olarak seçilen bu pisuvarı bu kadar önemli kılan neydi? Aslında Duchamp’ın yıllar sonra elde ettiği bu başarı, Fountain’in reddedilişinin ardından ortaya çıkan “Sanat Nedir?” tartışmalarıyla başladı. Fakat sanatın ne olacağına ilişkin sorular zaten yıllardır Duchamp’ın cevabını bulmak için uğraştığı bir konuydu. Onun Bağımsız Sanatçılar sergisine yolladığı pisuvar da bu soruya verdiği bir cevap niteliğindeydi. Sanatçı, sanatın sadece göze hitap eden bir olgu olmasına karşı çıkıyordu. Önemli olan eserin arkasında yatan fikirdi. Çeşme adlı eseriyle de tam olarak buna dikkat çekmek istemişti ve bunun bir pisuvar olmasına karar verişini “ilgimi çekmeyen bir obje aradım” diyerek açıklıyordu. Yani Duchamp, bir ilgisizlik noktası aramıştı. New York’ta çıkan The Blind Man adlı dergide yayınlanan anonim bir yazıda da, Fountain’in sanat eseri oluşu üç argüman ile savunuluyordu. Bu argümanlara göre, seçilen obje başlı başına yaratıcı bir süreçti ve objenin işe yarar özelliğinden uzaklaştırılması onu bir sanat eseri haline getiriyordu. Öte yandan pisuvara sadece isim vererek sergileme isteği, onun yeni fikir ve anlamlara yelken açmasına sebep oluyordu.
Duchamp’ın sanata karşı olan alaycı yapısı sonraki eserlerinde de devam etti. Örneğin, Leonardo Da Vinci’nin eseri olan Mona Lisa tablosuna çizdiği bıyık ve sakalın yanı sıra tablonun altına yazdığı L.H.O.O.Q (Kızın yakıcı kalçaları var) ifadesi, dadaistlerin hep bir ağızdan bağırarak zafer şarkılarını söylemesine neden oldu. Sonuç olarak pisuvarın işlevini kaybederek yeni ve sanatsal bir anlam kazanmasıyla öne çıkan bu dadaizm çalışması, kendisinden sonra bilinen sanat anlayışlarını da yıkarak modernizme yol açtı.