Orhan Veli: Yalnız Seni Arıyorum
- EYLÜL 20, 2019
- 0
- 0
Orhan Veli Kanık… Bir garip Orhan Veli… Garip veya diğer ismiyle Birinci Yeni şiir akımının öncüsü. Anlatamıyorum şiirini bilmeyen yoktur. 2012 yılında hayatını kaybetmeden önce her yıl, usta oyuncu Müşfik Kenter onun şiirlerini seslendirirdi İş Sanat’ta. Üstelik ücretsiz olan bu etkinliğe, her defasında farklı mazeretlerle haberim olduğu halde hiç gitmedim. En büyük pişmanlıklarımdan biridir. Son dönemde okuduğum kitaplar arasında, beni en çok etkileyenlerden birinden bahsedeceğim. Orhan Veli’nin Yalnız Seni Arıyorum isimli kitabından. Ancak başlamadan önce kitabı alış hikayemden başlamak istiyorum kısaca.
Galatasaray Meydanı, ismini liseden almıştır. Hepimizin bildiği gibi Galatasaray Lisesi, İstanbul Üniversitesinden sonra şehirdeki en eski eğitim kurumudur. Lisenin haşmetli, devasa demir kapısı, buluşmaların bu değişmeyen adresinin önünde bekleyen herkesin ilgisini, kısa süreliğine de olsa mutlaka cezbeder. Lisenin doğusundan yokuş aşağıya doğru inen yol ise Yeniçarşı Caddesidir. Vaktiyle, Taksim’de bugün Galatasaray Lisesinin olduğu bu köşede bir hapishane varmış. Bu kısım sonradan liseye dahil edilmiş. Bu nedenle buranın önünden ne zaman geçsem, gözümde bu tarihsel manzarayı canlandırmaya çalışırım. İstiklal Caddesi’ne her gidişimde, şayet vaktim varsa, Yapı Kredi Yayıncılığın Galatasaray Lisesinin hemen karşısındaki şubesine muhakkak uğrarım. Burada, her daim belli belirsiz duyulan bir klasik müzik çalar. Bu nefis müzik, küçük olmasına karşın kitaplarla dolu bu güzel mekânı doldurur, ortamda, kendine has eşsiz bir atmosfer yaratır… Hiçbir şey almasam dahi, sırf günlük koşuşturmacadan sonra sığınılacak bir liman gibidir burası benim için. Fransız yazar Jean Claude Carrier ne güzel söylemiş:
Sık sık kitaplarımın olduğu bir odaya girer ve onlara sadece bakarım, tekine bile dokunmadan. Ne olduğunu ifade edemeyeceğim bir şey geçer bana. Hem kafa karıştırıcı hem de iç rahatlatıcı bir durumdur.
Dükkânın yer aldığı binanın tadilatı uzunca bir süre sonra nihayet sona erdi ve geçici bir süreliğine taşındıkları Koç Üniversitesi Anadolu Araştırmaları Merkezinin yanından tekrar eski yerlerine döndüler.
Üstelik bu kez tam bir kültür sanat kompleksi olarak. Buraya ilk fırsatta mutlaka uğrayın… Ben, taşınmadan önce son kez uğradığımda, yeni çıkanlar rafında gözüme bir kitap çarpmıştı: Yalnız Seni Arıyorum.
Okuyan herkes kendince bir şeyler çıkaracak ve farklı duygulara kapılacaktır elbet. Ama her şey bir yana, Orhan Veli’nin, yazılanlara bakılırsa, ciddi ciddi nasıl bir yokluk, sefalet içinde yaşadığına da tanık oluyoruz bu kitabı/mektupları okurken.
Boğazın ucunda, Sarıyer’de yoksunluk içinde bir yaşam savaşı… Ödünç alınan pardösüler, Ankara’ya bilet parası olmadığı için gidememek, mektup için posta parası denkleştirme çabası, ama hepsinden de öte, henüz tam manasıyla serpilip bu denli gelişmemiş İstanbul’un merkezine sık sık inmenin zorluğu…
Şu anki atmosferi düşünüp, şimdiki zamanı yaşayan biri, bunları okurken ihtimal çok tuhaf hisseder. Ve onca yokluk içinden fışkıran muhteşem şiirler… İşte kitaptan küçük birkaç alıntı:
Nahitçiğim, mektubunu eve gönder diyeceğim. Çünkü İstanbul’a inemiyorum. Her gün inmek çok masraflı. Bütün varidat menbalarım (Gelir kaynakları) kapandı. Halbuki İstanbul’a bir mektubunun gelmiş olduğunu düşünüp onu alamamaya mahkum olmak büyük azap. Sana ihtiyaten evin adresini yazıyorum.
İki gündür boğazda bir sonbahar havası var. Bu da hüznümü artırıyor. Bilmediğim bir maceraya, çok büyük bir maceraya atılmak istiyorum. Aşk filan zannetme. Katiyen değil. Aşkla beraber kendimi de dünyayı da unutmak istiyorum. İstiyorum ki dünya da beni unutsun. Sefil olmak, perişan olmak, sürünmek hiçbiri bir şey değil. Ölmek de hiçbir şey değiştirmez.
Türk edebiyatının büyük ismi Orhan Veli’nin ölümü de son derece trajiktir. Meydana geliş hikâyesiyle bana her daim Antoni Gaudi’yi hatırlatır. Zira her biri kendi alanında deha olan bu iki kişinin ölümleri son derece benzer ve o kertede akıl almazdır. Sanki kaderleri birdir.
İçinizden mutlaka duyanlar vardır. Orhan Veli Ankara’da 10 Kasım 1950 günü yolda yürürken belediyenin açtığı ve üzerini kapatmadığı bir çukura düşer. Başından yaralanır. Bir iki gün dinlendikten sonra İstanbul’a gider. Burada bir arkadaşının evinde aniden fenalaşır ve hastahaneye kaldırılır. Beyin kanaması geçirdiği anlaşılır ancak çok geçtir. 14 Kasım 1950’de hayata gözlerini yumar.
Antoni Gaudi… Barselona’nın mimarı. Katalanların medar-ı iftiharı. 19. Yüzyıl Modernista akımının önde gelen sanatçılarından. Başta en büyük eseri Sagrada Familia olmak üzere, Casa Vicens, Casa Milla, Casa Battlo ve Güell Parkı gibi şaheserlerin yaratıcısı.
Orhan Veli’nin şiirimizdeki yeri nedir? Bu sorunun yanıtını Cemal Süreya şöyle verir: Orhan Veli’nin kavgası edebiyatımızın en büyük kavgasıdır. Bu kavganın yurdumuzdaki bütün şiir köklerini büyük büyük ırgalayan bir işlevi oldu.
Irmağın yatağını daha doğal bir vadiye indirdi. Şiire kasket giydirdi, sivilleştirdi onu. Bugünkü şiir verimleri onun verimleridir biraz.
(Kaynak: Sunay Akın, Ayçöreği ve Denizyıldızı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017, s. 227)
Onun da yaşamı tıpkı Garip Akımının önemli temsilcilerinden Orhan Veli gibi yoksulluk içinde geçer. Ölümü de, yaş farkını hesaba katmazsak meydana geliş biçimiyle neredeyse tıpatıp aynıdır.
Bir tramvayın çarptığı Gaudi’yi, üzerindeki gösterişsiz kıyafetlerinden dolayı kimse tanımaz. Hastaneye çok geç götürülür. 7 Temmuz 1926 günü gerçekleşen bu vahim hadiseden 3 gün sonra, 10 Temmuz 1926’da hayata gözlerini yumar.
Kaynak: Gezivita