İş Sürgünlerinde Türk Grevi
- MAYIS 25, 2021
- 0
- 0
1930’ların sonlarından itibaren İdil Nehrinden Marş Denizine dayanan binlerce kilometrelik hat içerisindeki irili ufaklı onlarca devleti yutmuş Büyük Alman İmparatorluğu[1], II. Dünya Savaşı bittiğinde tarumar edilmiş bir ülke durumuna gelmişti. 20. yüzyılın başında İngiltere ve Fransa gibi sanayi devlerinin önünde ve tüm sanayi devletleri içerisinde ikinci sırada konumlanan imparatorlukta, aynı yüzyılın ortalarında neredeyse tüm fabrikalar yerle bir edilmiş, ayakta kalmayı başaranlarında enerji ve hammadde ihtiyacı karşılanamaz olmuştu.
Büyük Alman İmparatorluğu’nun batısı ABD, Birleşik Krallık ve Fransa, doğusu SSCB tarafından pay edilmişti. İşgalci kuvvetler bir yandan yerküreye mal etmekten geri kalmayarak iç didişmelerini sürdürüyor, bir yandan da Orta Avrupa’daki bu molozu kaldırmanın bir formülünü arıyordu. 1949’da batı işgal bölgesinde Almanya Federal Cumhuriyeti’nin, doğu işgal bölgesinde Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla işgal farklı bir boyut kazanmış ve ülke Soğuk Savaş taraflarının ideoloji ihraç ettiği bir pazar durumuna gelmişti.
II. Dünya Savaşı’nın ardından 39,3 milyon nüfusluk batı işgal bölgelerine, ülkenin doğusundan devam etmekteki nüfus akışı, Almanya Federal Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla hız kazanmıştı. 1954’e gelindiğinde Batı Berlin’de 49,8 milyonluk bilgili, hünerli, yaratıcı insan sermayesi bulunmaktaydı. “Ekonomik Mucize” biçiminde kavramsallaştırılan, ekonominin yeniden ve hızlıca kalkınmasını ifade eden dönemin temel yapıtaşını bu kalifiye insan sermayesi oluşturmuştu.
Batı Almanya’ya nüfus akışının yavaşlaması, ordunun yeniden kurulması, okul ve öğrenim sürelerinin artırılması ve nüfusun yaşlanması ekonomide bir kez daha işgücü ihtiyacı oluştururken, Asya ve Akdeniz ülkelerindeki işgücü fazlalığı, ülkeler arasında işçi mübadelesi anlaşmalarını gündeme getirmişti. 1956’da ilk işçi mübadelesi anlaşması İtalya ile yapıldı ve Yunanistan, İspanya, Türkiye, Portekiz, Tunus, Yugoslavya ile imzalanan anlaşmalarla Batı Almanya’ya konuk işçi akışı devam etti.
Türkiye ile Almanya Federal Cumhuriyeti arasında 1961’de imzalanan işçi mübadelesi anlaşmasından, konuk işçi alımının ilk kez durdurulduğu 1974’e kadar 618 bin Türk konuk işçi duvarın öte tarafında birikmişti. Federal Almanya’nın konuk işçi alımını durdurmasındaki ana neden 1973 Petrol Krizi’ydi[2].
Petrol Krizi, Batı Almanya’da özellikle otomotiv sanayisine olumsuz yönde etki etmişti. II. Dünya Savaşı’nı takip eden ilk yılda dahi 10 bin adet vosvos üretme becerisi gösteren ülkede Audi, Mercedes-Benz, BMW, Opel, VW gibi otomobil markaları faaliyetlerini sürdürdüğü gibi yabancı menşeili otomobil markaları da fabrikalarını burada konumlandırmıştı.
İstihdamın önemli bir kısmını karşılayan otomotiv sektöründe çalışma koşullarının giderek kötüleşmesi, enflasyonun yükselmesi, ücretlerin erimesi ve işveren kesiminin sendikaların toplu pazarlık isteklerini bastırması, ülke genelinde patlak verecek grevlere neden olmuştu. Genellikle otomotiv sektöründe işgücü, yalın işe dayalı akarbantta çalıştırılacak vasıfsız işçilerce sağlanmaktadır. Batı Avrupa’ya konuk işçi kabul edilen Türkler bu gibi işlere ya da yapı işçiliği, temizlik gibi kalifiye olmayan diğer işlere yerleştirildiğinden, otomotiv sektöründe çalışan Türk sayısı bir hayli yüksekti.
Köln’de kurulu Ford otomobil fabrikası, konuk işçi istihdam eden fabrikalardan biriydi. 1973’te fabrikadaki konuk işçi sayısının yüzde 70’ini Türkler oluşturmaktaydı ve bu oran nominal olarak 12 bin işçiye karşılık gelmekteydi[3].
1973’te ülke çapında patlak veren grevlerden en büyüğü Ford fabrikasında gerçekleşmişti. Bu grevin Bochum, Dortmund, Bremen gibi kentlerde[4] ve özellikle metal işkolunda gerçekleşen diğer grevlerden ayrılan bir yanı da, grevcilerin su götürmez çoğunluğunu Türk konuk işçilerin oluşturmasıydı. Bu özelliğiyle 1973 Ford grevi, “Türk Grevi” olarak da anılmaktadır.
Güney Dal’ın 1976’da baskıya verdiği İş Sürgünleri romanı, yeni bir hayat kurma ümidiyle duvarın öte tarafına giden Türk işçilerinin kalkıştığı bu grevi anlatmaktadır.
İş Sürgünleri’nde Grevin Başlama Nedenleri
“Hiçbir yerden yardım almadan, sendikalarından bile, eski zaman şövalyeleri gibi masalsı kahramanlıklar mı göstersinler istiyorsun?”
Roman, Adanalı Şevket’in memleketten döner dönmez, işten kovulduğunu bildiren bir posta almasıyla başlamaktadır. Ford’dan gelen postada izinden geç döndüğü gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedildiği yazmaktadır. 500 civarında arkadaşının da benzer gerekçelerle iş sözleşmesinin feshedilmesi, greve gidecek basamaklardan ilkini oluşturmaktadır. 500 civarında işçinin işten çıkarılması ve fabrikada yedek işçi bulunmamasından dolayı, aynı işin daha az işçiyle yapılması gerekmektedir. Bu nedenden akarbantın daha hızlı döndürülmeye başlanması, grev fitilini ateşlemektedir:
“(…) bizi enayi yerine koyup bantları hızlandırmışlar, biz paşa paşa hala çalışmaktayız, gıkımız bile çıkmadan. Kendilerine de bir sebep bulmuşlar: Beş yüz kadar işçi işten çıktı, onların yeri dolana kadar bantlar biraz hızlanacak. İşe bak ha, biz sanki Çemizgezek’ten gelmişiz de, bu işe olur diyeceğiz (…) Sen beş yüz adamın canına kıy, bu işi görenler de ses çıkarmasınlar.”
Fabrikadaki konuk işçiler, akarbantın görece kalifiye olmayan ve kas gücü ile çabukluk gerektiren kısmında konumlandırılmaktadır. Bu da grevin konuk işçiler tarafından başlatılmasına neden olmaktadır:
“Bantın yanındaki tüm işçiler, işi gırgıra boğup çalışmayı falan kesmişlerdi. Her yan yavaştan ana baba günü olmaktaydı (…) Biraz önce ellerindeki nazik tiktaklarla onu bunu kontrol eden mayisterler apışıp kalmışlardı (…) Bazıları da (…) işçi arkadaşlara çalışsınlar diye işlerini göstermekteydiler. Ama kim takar… İtalyan’ın biri, bir mayisteri itip de yere düşürdü bile.”
İş Sürgünleri’nde Grevcilerin Talepleri
Romanda grevciler, üyesi oldukları sendikayı yanlarında bulamadıkları[5] için 2 Alman, 1 Yugoslav, 1 İtalyan ve 8 Türk’ten müteşekkil bir grev komitesi kurmaktadır. Bu grev komitesi işverenden, yükselen enflasyon karşısında eriyen işçi ücretine zam, bir aylık ücret tutarınca pirim, akarbant hızının düşürülmesi ve iş sözleşmeleri feshedilen arkadaşlarının işe iadesini istemektedir:
“Grevimiz nasıl yasadışı olurmuş arkadaşlar? (…) Yasadışı olacak ne gibi şeyler yaptık? Her gün biraz daha yükselen fiyatlar karşısında 1 DM[6]. zam ve on üçüncü aylık verilsin istedik. (…) Canımızı çıkartan bant hızının biraz yavaşlatılmasını istemek yasadışılık mıdır? Sağlık raporu aldıkları için işten çıkartılan arkadaşların yeniden işe alınmalarını istemek yasadışılık mıdır?”
İş Sürgünlerin’de Grevin Sonlanması ve Sonuçları
“Bizim arkadaşlar bu yere batasıca memleketin fellahları olmadığını erkekçe kanıtladılar.”
Batı Berlin’i tüm kurumlarıyla ayağa kaldıran grev, “yasadışı grev” özelliği taşımaktaydı[7]. Bir grevi yasal kabul ettirecek unsurlardan biri, işyerindeki işçilerin salt çoğunluğunun işi bırakarak işin nicelik bakımından sürdürülemez duruma getirmesidir. Ancak Türk Grevi nitelik olarak “fabrika işgali” örneği sergilemektedir. Romanda grevciler hem çalışmamakta hem de işyerini terk etmeyerek üretimin greve katılmayan işçilerce sürdürülmesine engel olmaktadırlar.
Ford fabrika yönetimi ve sarı sendika, uzlaşmacı tutum yerine mücadeleci tutumu tercih ederek, “grev kırıcı” kozunu oynamaktadır:
“(…) böylece sekiz yüz kadar polis görevlisi, fabrikamıza özgü giriş belgeleriyle içeri alınacaklardır. Özellikle usta ve ustabaşı kimlikleriyle gireceklerdir fabrikaya. İşlem çok gizli yürütüleceği için grevcilerin bundan haberi olmayacak.”
Grev Komitesi, örgütlü oldukları sendika ile fabrika yönetiminin ve hatta polis kurumunun grevi kırmak için görüşmeler tertiplediğini bilmektedir. Bu görüşmelerden birinin yapıldığı duyumunu aldıklarında grevcilerin motivasyonunu diri tutmak ve işveren tarafına kararlılıklarını bildirmek için fabrika içerisinde yürüyüş düzenlemektedir:
“Arkadaşlar, şimdi yürüyüş düzenimizi alıp fabrikanın her yanını dolaşacağız. Yukardaki odada bizleri alt etmek için uğraşanların kulaklarını ta buradan çınlatacağız.”
Coşkulu bir biçimde sürmekteki yürüyüş, beklenmedik bir yağmur sonucunda dağılmakta, grevciler fabrikanın kapalı alanlarına irkilmektedir. O sırada fabrika içerisine sızan grev kırıcılar, fırsattan istifade ederek grevcileri ufak kümelere ayırarak saldırıya geçmektedir:
“Bazı kişilerin fabrikanın çalışma hallerinden avluya açılan kapıları kapadıklarını kimse fark etmedi. (…) Sonra da yine bazı kişilerin haller arası kapıları kapadıkları ve grevci işçilerin birbirleriyle olan bağlantılarını kestikleri görüldü. Bu kapı kapamaların ne işe yaradığı G çalışma halinde sıkışıp kalmış yüz, yüz elli işçi üzerindeki uygulamalardan anlaşıldı.
Ellerindeki vurucu, kırıcı araçlarla dolaşıp, “çalışmak istiyoruz,” diye yürüyüş yapan adamlar, nasıl olduğu bilinmez bir biçimde ve ivedilikle G halini doldurup işçilerin üstüne saldırmaya başladılar.”
Ford işvereni ve sarı sendikanın ortak aklıyla fabrikaya sokulan 800 kadar tebdil-i kıyafet polis, fabrika kapılarının açılmasından sonra bir o kadar resmi kıyafetli polis ve greve destek vermeyen işçinin saldırısıyla 6. günündeki grev kırılmaktadır. Bu olay basın tarafından Berlin’e, “Alman işçileri, makinalarını kırıp döken Türk işçilerini fabrikadan attı,” biçiminde servis edilmektedir[8]. Her ne kadar grev kırılsa da, grevci işçiler bu cüretkâr (!) eylemleri sayesinde kimi isteklerini kabul ettirebilmektedir:
“(…) Ford 280 DM. ile grev günlerini babasının hayrına ödemiyor ki. Çünkü savaşımızın yeniden alevlenmesinden korkuyor.”
İş Sürgünleri’nde Zonguldaklı Bir Grevci
İş Sürgünleri’nde grevcilerin birçoğu grev tecrübesi olmamış ve hatta grev hakkında bilgi sahibi olmayan işçilerdir. Bu işçileri grev hakkında bilinçlendiren ve grevi koordine eden karakterler arasında en öne çıkanı Sıtkı’dır. Sıtkı, Zonguldak Lisesi’nden birinci sınıfta ayrılarak Kozlu’da kömür ocaklarında çalışmaya başlamış bir karakterdir. Sıtkı’nın grevci bilinci ve eylemsel kabiliyeti, maden ameleliği yaptığı bu zamanlardan gelmektedir.
1965’te düşük ücret, güvencesiz iş ve bir de üstüne liyakat zammının[9] haksız pay edilmesinden kaynaklanarak il düzeyine yayılan grevlerde Sıtkı da yer almaktadır. 1965 grevleri jandarma ve polis kurumlarının grevcilere müdahale etmesiyle kırılmıştır. Bu müdahalede iki işçi[10] hayatını kaybetmiş, Sıtkı’nın da aralarında olduğu birçok işçi tutuklanmıştır.
Dipnotlar
[1] Büyük Alman İmparatorluğu, Üçüncü Reich diye adlandırılan, Almanların yayılmacı politikalarının tavan yaptığı döneme denk gelen Alman otoritesidir. Alman İmparatorluğu, Nasyonal Sosyalist Almanya isimleriyle de anılmaktadır.
[2] Bu tarihlerde yalnızca Federal Almanya Cumhuriyeti değil, diğer Avrupa ülkeleri de konuk işçi alımını durdurmuş, işgücü akışı Arap ülkelerine yönelmişti.
[3] Bu sayı Köln’de bulunan tüm Türk konuk işçilerin yüzde 50’sine denk gelmekteydi.
[4] 1973’te yalnızca metal işkolunda faaliyet gösteren işyerlerinde 80’nin üzerinde grev gerçekleşmişti. Grevcilerin 20 bini Türk’tü.
[5] Ford’da örgütlü IG Metal sendikası, grev sürecinde sarı sendikacılık örneği ortaya koymuştur.
[6] DM: Deutsche Mark.
[7] Türk Grevi’nin yasadışı sayılma nedenlerinden biri de, işçilerin üyesi oldukları sendikadan bağımsız bir biçimde grevi gerçekleştirmeleridir.
[8] Basın bu süreçte grevcileri, gerek endüstriyel gerek makro düzeyde Batı Almanya’nın ekonomik menfaatlerini hiçe saymakla suçlamakta ve grevcilerin etnik aidiyetini ön plana çıkararak ülkede yabancı düşmanlığını körüklemektedir. Bu grevin “Türk Grevi” biçiminde de anılmasında, sağ basının da payı büyüktür.
[9] EKİ o yıl 26 milyon lira kâr etmiştir. Bu kârdan işçilere dağıtılacak tutar beşte bir düzeyindedir. Paranın dağılımında yüzde 35 yeraltı işçilerine yüzde 65 EKİ yöneticilerine verilecektir.
[10] Mehmet Çavdar ve Satılmış Tepe
Kaynakça
Günü Gününe Ford Olayları, Disk Dergisi, Eylül-Ekim 1973
Erol Çatma, Kömür Tutuşunca, 2014
Güney Dal, İş Sürgünleri, 1976
Osman Çutsay, Almanya ve Köln’ü Sarsan Bir Hafta, https://haber.sol.org.tr/
Uğur Tekin, Almanya’da Göçmene Yaklaşımlar, 2008
Yılmaz Karahasan, Yurtdışında Çalışan Sendikacılık Ansiklopedisi 3, 1998