Düşük Bütçeli Âsaf Halet Çelebi Değerlendirmesi
- NİSAN 29, 2020
- 0
- 0

Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde mistik temayüller ile eserler veren, gerek tasavvufi arka planı gerekse Uzak Doğu mistisizmini şiirlerine taşıyarak ön plana çıkan Âsaf Halet Çelebi, okuyucularını hülyalar eşliğinde derin yolculuklara çıkaran bir şair olarak isminden söz ettirir. Ailesi gibi kendisi de Mevlevî gelenekten gelmekle beraber, ilk şiir yıllarında yazdığı gazel tarzı şiirleri daha sonra serbest bir biçime kavuşturmuş, imgeli anlatımı ile kendisinden sonra gelen şairlere de örnek teşkil etmiştir. İkinci Yeni şiirlerinin (özellikle Sezai Karakoç’un) üstündeki etkisi ise şairimizin edebiyatımızdaki tesirini bilmek adına önemlidir. “Benim Gözümle Şiir Davası” adlı yazılarında dile getirdiği “Şiir bize tıpkı hayatta olduğu gibi, müşahhas malzeme ile mücerret bir âlem yaratır… Mücerred şiir, bilâkis mücerred mefhumlu kelimelerden mümkün mertebe soyunmuş olan ve toplu bir halde mücerred bir mâna anlatan ve bize o ihtisası veren ruh anının ifadesini taşıyan şiirdir.” sözleri kendisinin şiir anlayışını kavramak için bizlere yardımcı olacaktır. Şiirlerinin yayınlandığı dönemde etkisini gösteren diğer edebi anlayışlara nazaran bu düşünceleri, hayli farklılık arz eder. Gelenekten iyiden iyiye kopulduğu dönemde gelenekten beslenen, mistik ve metafizik unsurların şiir dışında bırakılmasını öngören anlayışların yayıldığı bir dönemde mistisizmi şiirlerinin ana omurgası haline getiren şairimiz Âsaf Halet Çelebi’nin, o günün edebiyat dünyasında bir yeniliği ifade ettiğini söylemek mümkün.
Âsaf Halet Çelebi için Beşir Ayvazoğlu’nun: “Seçkin bir entelektüel ve kudretli bir şair olmasına rağmen, yaşarken, daha çok tuhaflıklarıyla tanınan Çelebi, şiirde, yepyeni bir ses yakalamıştı. Çok geniş bir Divan Şiiri ve Tasavvuf kültürüne sahipti, İran edebiyatına vâkıftı ve şiir yazacak kadar Farsça bilirdi. Fransızcası sayesinde hem Batı hem de Uzakdoğu kültürleriyle ilişki kurmuştu. Bu kültürlerden devşirdiklerini şiirine taşırdı.” sözleri ise şairimizi tanımak adına yine bize yardımcı olacak söylemlerdir.
Âsaf Halet Çelebi’nin birkaç şiirine kısaca göz atmadan evvel buraya kadar söylediklerimiz ve bundan sonra söyleyeceklerimizin bir makale tadında olması yazıyı makale yapmamaktadır. Bilakis yazımızı tam anlamıyla bir değerlendirme veya tenkit yazısı da yapmamaktadır. Yani bu yazı bir şey yapılsın diye yazılmamaktadır. Şairimizin şiirlerini okumanız kâfi. Zaten şiir okumuyorsanız, Âsaf Halet Çelebi’yi daha önce hiç duymadıysanız bu anlatılanların sizi ilgilendirdiğini söyleyemeyiz. Buradan sonrası için de sizin adınıza pek ümitvâr değiliz. Biz şiire ve şaire verdiğimiz değerin ciddiyeti açısından bu şekilde ek eylemin geniş zaman çekiminde cümleler kurmaktayız. Ama siz, her fırsatta yalap şalap aşk sözcüklerinin kötü biçimlerinin şiir diye sunulduğu bir ortamda, çay ve kahvenin bir içecek olduğunun bile idrakine varılamayan ve sadece Instagram’da afili sözcüklerle paylaşım yapmaya yarayan bir araç olarak kabul edilen bir zamanda, edebiyatı ve özellikle şiiri karşı cinslere bir servis aracı olarak kullanan denyolara alışkın olma ihtimalinize karşı uyarmak durumundayız ki; kusura bakmayın, Âsaf Halet’in “İbrahim” şiirindeki baltasını metafizik bağlamdan bazı bazı sıyırıp bu pembe mabatları az öteye kovmak için kullanacağız. Bu küçük baltalama kısmından sonra asıl meselemize geçebiliriz.
Dergimizin ismine de esin kaynağı olan “İbrâhîm” şiiri ile başlamak üzere Âsaf Halet Çelebi’nin şiirlerindeki mistik ve metafizik yapıyı, tasavvufi kaynakları, halk geleneğinden gelen unsurları örnekleriyle göstermeye çalışacağız.
“İbrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim
güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
İbrâhîm
güneşi evime sokan kim
asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
Buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
İbrâhîm
gönlümü put sanıp da kıran kim”
Âsaf Halet Çelebi bu şirinde Hz. İbrahim’in halk arasındaki anlatımını şiirine taşıyarak İbrahim’in putları baltası ile parçalamasını konu edinir. Bu anlatı Kur’an’da şu şekilde geçmektedir: “O (İbrâhîm), gizlice onların tanrılarına sokuldu: “Yemez misiniz?” dedi. (Cevap gelmeyince) “Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz?” dedi ve gizlice üzerlerine yürüyüp sağ eliyle onlara kuvvetli bir darbe indirdi.” (es-Sâffât, 91-93) “Sonunda (İbrâhîm) onları paramparça etti. Yalnız en büyüğünü, belki ona mürâcaat ederler diye bıraktı. (Putları kırılmış gören halk:) “Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak ki o, zâlimlerden biridir.’’ dediler. (Bir kısmı:) “Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrâhîm denilirmiş.’’ dediler. ‘’O hâlde O’nu hemen insanların gözü önüne getirin; belki şâhidlik ederler.’’ dediler.
(Sonra İbrâhîm’i oraya getirtip:)”Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhîm?” dediler. (O da:) “Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi eğer konuşuyorlarsa onlara sorun!” dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) “Zâlimler, sizlersiniz sizler!” dediler. Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: “Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun!” dediler. İbrâhîm: “Öyleyse, Allâh’ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar veremeyen bir şeye hâlâ tapacak mısınız?” dedi. Size de, Allâh’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?” (el-Enbiyâ, 58-67)
İbrahim’in hakikat yolcuğundaki mücadeleyi ve iyiliği, Babil Kralı Buhtunnasır ise faniliği ve nefsani arzuları temsil eder. Şair, halk kitlesi içinde yaygın bir anlatı olan bu kıssanın ardına şiirinin muhtevasını gizler. İç dünyamızda bizi özümüzden ayıran çeşitli duygu ve düşünceleri puta benzetir. Putlar kırıldıkça yeniler ortaya çıkar ve bu zuhurata karşı sitemini şiirine yansıtır.
“bakanlar bana
gövdemi görürler
ben başka yerdeyim
gömenler beni
gövdemi gömerler
ben başka yerdeyim
aç cübbeni Cüneyd
ne görüyorsun
görünmeyeni
Cüneyd nerede
Cüneyd ne oldu
sana bana olan
ona da oldu
kendi cübbesi altında
Cüneyd yok oldu”
“Cüneyd’’ isimli şiiri ise Cüneyd-i Bağdadi’nin “Cübbemin altında Allah’tan gayrı bir şey’’ sözüne atıfla yazılmıştır. Tasavvufi anlayışta var olan, insana Allah’ın kendisinden üflediği ruhun farkına varan ve bu sayede tecelliyi kendisinde ve yaratılanda idrak eden insanın halini anlatan şairimiz “Kendi cübbesi altında/Cüneyd yok oldu’’ mısraları ile bu idrakin insanı “yokluğa’’ yani sonsuzluğa, bir diğer değişle Allah’a ulaştırdığını ifade ederek şiirini bitirir. Cüneyd-i Bağdadi’nin bu sözünün, Şems’in Mevlana’nın karşısına ilk çıktığındaki sohbetinde geçtiğini de belirtmekte fayda var. Daha çok şiirle daha geniş bir şekilde şairimizden bahsetmek isterdik. (Bu yarım kalmışlığın sebebini birazdan söyleyeceğim.) Yine de Uzak Doğu mistisizmi ile ilgili kısacık bir şeyler söylemeden geçmemek gerekiyor. Budizm ve diğer inanç sistemlerine dayanan söylemler edebiyatımızda ilk defa Âsaf Halet Çelebi tarafından bolca kullanılır. Bu yanıyla da kendisine has bir yer edinen şairimizin, Uzak Doğu mistisizmini şiirine taşımasına örnek olarak “Kunâla”, “Mâra”, “Siddhartha” isimli şiirlerini söyleyebiliriz. “Siddhartha’’ şiirinden “Om Mani Padme Hum’’ mısrasını da anmadan geçmeyeceğiz elbette.
Kendimi iyiden iyiye merhum Âsaf Halet’in şiirlerinde kaybetmiştim ki karakter sayısı ve yazının uzunluğu dikkatimi çeldi. Diğer şiirleri ile birlikte Budizm kaynaklı bu kelimelerin hikâyelerine değinerek daha uzun tahliller yapmak isterdim ama fark ediyorum ki pek de yerim kalmamış. Ekonomik şartlarımız, dergimizin belli bir sayfa sayısında kalmasını zorunlu hâle getiriyor. O hâlde son olarak elimdeki balta ile şunları söyleyerek vedalaşabiliriz. Çiçekli böcekli kötü kötü kitaplara, kapitalizm oyuncağı olan bol eşantiyonlu pazarlama dergilerine akçelerinizi harcamayarak, bizim gibi süpermarketlerden ve mağazalardan uzak, sokakları mesken edinmiş delikanlı beyefendi veya zarif hanımefendi olarak tanımlanabilecek dergileri desteklemenizi diliyorum. Hoşça kalın.