Çınaraltında Bir Çınar: Hüseyin Avni Dede
- ŞUBAT 13, 2019
- 0
- 0
“mustafa ağbi hacı baba
sen ben
bilirim bir ölüm
suskunluğudur yalnızlığımız
yalnızlığımız beyazıt
çınaraltı biraz
biraz sahaflar çarşısı
bakırcılar çarşısı biraz”
Kıymetli okur, okumakta olduğun bu satırları, kırk yıldır tezgâh açtığı Beyazıt’taki Çınaraltı’dan sekiz aydır sürgün olan Hüseyin Avni Dede için yazıyorum. Hüseyin Avni Dede, yolu İstanbul Üniversitesinden geçen öğrencilerin birçoğunun hayatına dokunmuştur. Kimisi onun jilete hasret sararmış saç ve sakalından korkup yolunu değiştirmiş, kimisi de babacan tavırları ve dervişâne duruşuna hayranlık duyup onunla tanışmış, çayını içmiş, kitabını almıştır. Velhâsıl, Çınaraltı’nın bu münzevi sâkini oradaki insanların hayatlarına bir şekilde sirâyet etmiştir. Hüseyin Avni Dede elinde çayı, dudağında sigarası ile yıllardır beklediği Çınaraltı’da Beyazıt’ın simgesi, mekânın hafızası olmuştur. Hüseyin Avni Dede şâir bir babanın oğlu olarak 1954 yılında İstanbul’da dünyaya gözlerini açar. İlk ve ortaokulu İstanbul’da tamamlayan şâir, liseyi yarıda bırakır. Gençliğinde amatör olarak basketbol oynar ve sinema filmlerinde rol alır.
Hüseyin Avni Dede’yi şiirle tanıştıran babası, oğul dedenin ilk kitabı olan “Şairler Üzülmesin (1973)”i kaldırımlarda satarak oğluna destek olmuş, dostları ile yaptığı sohbetlerde, “Şâirden şâir doğar” diyerek oğlunun şâirliğinden gurur duymuştur. Hüseyin Avni Dede ise bir şiirinde “burçin belki unuttu, belki hatırlar beni / onun babası zengindi, benim babam şâir” dizeleri ile şâir olan babasını anmıştır. Dede için şiir ekmek kadar mübarek, su kadar aziz bir nimettir:
“onlar gülsün istanbul’da
şiiri ekmek yaptım karnı acıkan buyursun”
ve
“açlık kurşun gibi omzuma girdi
şiir ekmek oldu yedim su oldu içtim”
mısraları ile şiire karşı duyduğu hissi açıkça ifade etmiştir.
İlk kitabı “Şairler Üzülmesin (1973)”den sonra sırasıyla “Acıya Kurşun Geçmez (1974), Ben Ölmeden Önce (1977), Yağma Yok (1978), Tek Şekerli Çınaraltı (1983), Keman Çalan Ölüler (1985) ve Bizans Tabut Çivileri (1988)” isimli kitaplarını kaleme aldı. Şiirlerinde lirik bir üslup takındı. Hasan İzzettin Dinamo, Hüseyin Avni Dede için, “Hüseyin Avni Dede’de lirik bir söyleyiş var. İmgelem çok az iş görüyor. Yaşamın zorluğu, imgeleme yapacak iş bırakmıyor, fırtınanın yerden kaldırdığı taşlar, ağaçlardan kırdığı dallar gibi şâirin yüzüne çarpıyor. Gözlemler, mermiler gibi atılıyor, lirizm alabildiğine yaşamla el ele dipdiri. Şâir, daha çok gözlemlerini şiir diline geçirip sağanak gibi daha sık, daha güçlü taneler olarak dizeliyor.” demiştir. Keza Ceyhun Atuf Kansu da Dede için, “Hüseyin Avni Dede, yığılmış karanlığın önünde, aydınlığın en eski türküsünü söylüyor; dirence ve yüreğe kalmıştır işimiz.” cümlesini söylemektedir.
Hüseyin Avni Dede’yi bir işportacı gibi görüp mesken tuttuğu Çınaraltı’dan sürgün edilmesi hepimizi derinden üzdü. Yıllardır altında beklediği çınar ile köklerini birleştirmiş olan bu güzel insanın tekrardan ait olduğu yere dönebilmesi umudunu taşıyarak sevgi alıp sevgi satan sokak şairinin bir şiiri ile yazıma son veriyorum:
Giyotinsiz Karanfillere Ağıt
“kendimden biliyorum
sizi de ağlatırlar bir gün
nasibi acılardan alırsınız
sizi de öksüz bırakırlar bu kentte
bu kentte boynu bükük kalırsınız
kendimden biliyorum
hangi çiçeğe uzansanız
karanfil takılır elinize
güneşi eksik olmayan bir yürekle
ölü sokaklardan geçersiniz
dar ve uzun
ister istemez yalnızlık girer kolunuza
acıları bir kenara itmek isterseniz
kendimden biliyorum
zamanı kurşun gibi eritmek istersiniz
kendimden biliyorum
siz de alışırsınız zamanla
alıştım karlı gecelerin yağlı karanlığına
sattım kırmızı kazağımı ve akik yüzüğümü
kırmızı kazağa ellibeş lira verdiler
akik yüzüğe yüzotuzbeş
cebimdeki yirmi lirayla ikiyüzon etti
alıştım yağlı karanlığına karlı gecelerin
giyotinsiz karanfillere ağıt tuttum
önce aklımdaydı suyu ekmeği umudu
sonra unuttum”